Tozlu raflara sinmiş acayip bir ıtır,/ Baktıkça her sahan içerimi sızlatır... /Avucumun içi yanar elkayası iki taştan,/ Burkulur içim, gözlerim ballanır yaştan./ Yasyabancı bir yadırgama bu sefer,/ Boş kalmış saklambaç oynadığım yerler... /Zamanla aşınıp bitmiş kapıda eşik,/Unutulmuş ninnisini beni büyüten beşik.
Yangınları doğurur bazen mısralarım,/ her boyuta sanki kilitlenir bilincim./ Koklarım zamanı küllerin/ renginden.../ Kim olduğum ve nereden -/ önemli değil!
*** Ceyda Sevgi Ünal’ın, İzmarit öykü kitabının (Klaros Yayınları, Kasım 2019) en belirgin özelliği; yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sinde cinsel saldırıya uğrayan, kuma yıkımları yaşayan, insan yerine konulmayan kadınları konu yapıp anlatmasıdır. O bir kadın yazar olarak ülkemizin kanayan bu yarasını ne görmezlikten gelebilir, ne göz ardı edebilir, ne de es geçebilirdi. Eğer yazın sanatı olmasaydı, insanlar ne görünen yüzünü, ne de görünmeyen içyüzünü görebilirlerdi.
*** Hak nuruyla aydınlanmış özleri / Gizli cürümleri görür gözleri / Gün olur mermiye döner sözleri / Haksızı, namerdi üzer âşıklar.
*** hora feneri gibi yalnız ve hüzünlüyüm / marmara denizi kadar yorgun, / huzuru şeytan almış götürmüş / herkese duyurulur, / lütfen duyanlar duymayanlara söylesin, / avukatlığıma soyunacak bir kadın arıyorum / ücret dolgundur...
*** Artık hayat bıraktığın gibi değil, ne dostluklar, ne kardeşlikler, ne komşuluklar eski günlerdekine benzemiyor. Herkes menfaat peşine, özel çıkarlar için, nice değerler feda ediliyor bil bilsen? Bu yol nerelere sürükler bizi belli değil, beyaz güvercinler bile barış getirmez bir zamanın içindeyiz baba, bilmem nasıl dert yansam sana. Yaşadığımız zamanın içinde olsaydın eğer, dualarını okuya okuya, şeytanların insana uyduğu bir dünya der, çekip gidersin geldiğin yere.
Bir yol ki/ yürümekle üremez/ savaşmakla uzak gider geleceğe doğru/ Bir yol ki/ bizler kendimizi buluruz meçhul yollarda/ yitirince benliğimizi
su terazisine saklar aşkını/ keşiş yeşim taşı ustası/ düşü kelebek batığı/ hangi ağaçtı/ çınardı/ belki/ sultan orhan’ı görmüş dalında/güvercinler onu/hayali bir kuğu sanmış
"Aganin, ben karısız yaşıyorum, çünkü o karı dediğin şey çok şeytandır ve her yere de burnunu sokar. Ben de böyle şeylerden hiç hoşlanmam. Karı olan karı, karı gibi durmalıdır. Daha sı da var. Bir evde tavuk değil, horoz ötmelidir, horoz! Anladınız mı beni? Horoz ötmelidir!"
*** Dostlarım, bu yazımın her kelimesi hakikat, sizlere çevremizdeki insanları birazcık anlatmak istedim. İnsanlar içerisinde kötüler de var ama iyi olanlar, birbirlerine yardım elini uzatanlar, derdine derman olanlar, her zaman kötülerden daha fazladır. Hiç tanımadığım, ismini bile bilmediğim kişilerden yardım aldım. Ayni zamanda, yaşamak ve yaşatmak için savaşmak lazım...
Tırmandıkça Rumeli Hisarı’nın yokuşlarını Orhan Veli’nin sesini duyar gibiyim; "Oturmuş da Rumeli Hisarı’na bir türkü tutturmuş/ Başıma da konuyor aman martı kuşları …!
Yepyeni umut ve dileklerle şafak sökerken / Yalıyla öpüşür coşkun ve deli dalgalar / Denizde martılar birbirini kovalarken / Sabahın seherinde yıkanır sevdalılar
göğü delen evler çağırmıştı / gittikleri yerlerde / evlerin ağaçların boyunu geçmemesi gerektiğini / unutmuştu gücenik evin insanları / ama çocuklar / terk edilen o evi çizdiler hep / resim defterlerine
Bizim haklarımız nerede? Azınlık haklarımız için kimse konuşmuyor. Hele son yıllarda bu konu tabu oldu. Azınlık konusu bizi temsil eden partinin dilinden hiçbir an düşmemelidir. Bulgarlar kızacaklarsa kızsınlar, öfkeleneceklerse öfkelensinler. Deve kuşu gibi kafalarını kum içine sokmakla, Bulgaristan’da Türk azınlığı yoktur demekle bu sorundan kurtulamazlar.
* Името Реджеп означава „достоен за уважение”. И наистина, сладкодумният и весел Реджеп е бил изключително тачен от съселяните си и от приятелите си в Бургас. Хора от Куклен, с които съм разговаряла, са ми разказвали как цялото село идвало да го види в къщата му щом пристигне, как всички го наобикаляли, сядали където сварят и го слушали със зяпнала уста. Може би именно харизмата и авторитетът му са били причина Държавна сигурност да се страхува от него и да го премахне, а след смъртта му да продължава да преследва сина му Ердинч. Ако днес името на Реджеп Кюпчу все още не е забравено – поне в Бургас, дължим това на малцина и най-вече на Недялко Йорданов, който през 2006 година подготвя стихосбирката му „Приятели мои, да тръгнем” и написва в предговора своите болезнени спомени за „един винаги весел човек.”
kırık dökük evin hüznünü suladı/ ara sıra yağmur / ev yeşillenmedi / hayat akmadı damarlarına / peykasında iki karınca / bir karınca öbür karıncaya dedi ki: / avludaki kızılcık ağacı / neyi olur evin?
Arkadaşlarım yanaşan tren vagonlarına binmeye başladılar ama benim canım nedense binmek istemiyordu. Daha doğrusu, bu mutsuz amcadan ayrılmak istemiyordum. Çok kısa bir zamanda ikimiz birer iyi dost olmuştuk. Benim fotografımı istedi ama yanımda bulunmadığını söyledim. "Mektupla gönderirim!" diye seslendim ona. Biri birimize ellerimizi uzatarak vedalaştık.Vagona adımımı atmadan önce, Türkiyeli amca beni kucaklarcasına kolları arasına aldı ve alnımdan birkaç kere öptü.
Bu yol uzun / upuzun / uzanıp serilmiş Dobruca'nın düzüne / alıp da başımı gidemiyorum / gidilmiyor bir türlü / sılada kalanların vebali üzerimde...