sokak lambalarının üşüyor ışıkları, çamaşır iplerinde asılı rezilliğimiz...
*** "Bizler dostlarımıza hainlik etmemekle değil, düşmanlarımıza dahi kalleşçe davranmamakla öğünürüz. Üzerinde yaşadığımız toprakların diyetin vermek, bize atalarımızdan kalan bir mirastır. Bulunduğumuz yeri ihya etmenin ötesinde hiçbir gayemiz olmadı." *** "Sırta vurulmuş bir bıçağımız yok, izinsiz bir bahçenin gülünü hiç dermedik, destursuz bir kapıdan geçmeyi haram bildik. Söz söylemek gerektiğinde lekelemek için çamur atmadık, bilakis dürüstçe yüzüne karşı söyledik, kim ne hak etmişse. Haksızlığa uğramışsak da saldırarak öç almadık. Kendimizi korumak için savunmaya kalktı tüm kalkanlarımız..."
yıllar önce kanadımı kırdılar / uçmasına uçtum, / istediğim yere değil,/ düştüğüm yere kadar / tutan olmadı...
Sessizliği tam da bozmak üzereyken / Seslerimizi / Gizlice öpüşürken işittik…
* Eskilerin şarabi, yenilerde fuşya denilen bir renk karışımı vardı. Şeffaf ve etrafına etkileyici bir ışık saçıyor gibiydi. Yavaşça yaklaşarak, parmak uçlarımla dokundum. Bu dokunuş benim için, bardaktaki lezzetli bir içeceğin tadına bakmaya benziyordu.
* Bu sefer vilayete, Varna’ya götürdüler. Ağanın önüne bir dosya açıp imzalamasını istediler. Ret edince olanlar olmuştu. Karakolun mahzeninde ölesiye dövülmüş, elektrikle işkenceye maruz kalmıştı. Ağa, inatlaştıkça onlar dövüyordu. İşkenceler üç gün sürmüştü. Kendini kaybettiği vakit, evraklara parmak bastırdılar. İstediklerini almışlardı ve onu ölmeden evine teslim etmişlerdi.
* Sıradan insanlar bir defa doğup, bir defa ölürken, onlar hayatları boyunca birkaç kez ölüp ölüp dirilmişlerdir.* Bu gün Sabahattin Ali'in doğum günü. Eminim doğduğunda tertemiz yumuşacık zıbınlar giydirilmiş, nakışlı kundaklara sarılmıştır. *İnsan doğduğu yerde mi, doyduğu yerde mi, yoksa vurulup toprağa düştüğü yerde mi yaşar?
hatam şuursuzca sevmekten gelir / gizlerim cümleleri tersten düz ederken / ararım büyüteç ile sıra aralıklarını / saygımı elerken / severim büyüsünü postunun...
*** "Dostlar olsa dar günümde yanımda/Kara taşa işlerdik tüm dertleri/ Onda huzur bulup şarkı söylesem/ Sevincimi o ancak anlar benim!" “Ben ölümle kucaklaştım/ Hem göz göze geldik bile…
Mor salkımlı sokakta yürüdükçe dün gece / Hayalinle boğuştum, titredi dudaklarım / Kalp gözüm mırıldarken, sayıklayıp ismini / Diz çöküp, bütün gece ağladım
*** sırma bellere sarılmış / kızıl saçlı gölgeler / eşlik ederdi / ak topuklu yollarda yürürken
Yanar hala çoban ateşleri,/ kar seyirde suspus, / gök yüzü gri. / Kış kıyamet savrulmuş; / her yere serpilmiş küs bulutlar. / Selam durmuş fırtına...
*** Bantlı kemer / kararsızlığın patlamasıyla / Laleler üzerinde elbisenin peşinden yürüyorum, / Samanyolu ' nun çukurunda çiçek açıyor...
Bir yerden bir şey çalınırsa / Biri yıkılmışsa eğer / Birine kelepçe vurulmuşsa / Suçlu olan benim, ben!
Türküler söylerdi yanık yanık / Türküleri vardı Türklüğüne tanık / Sesi fırtına biçti Rodoplar’da / Zalimin kafesi dar gelir aslana
*** Bulgarca okumaya başladığım kitabımı Türkiye’de Türkçe olarak tamamlayıp okudum.*** Kısaca özetleyecek olursak ben Türk edebiyat dâhilerine aşık bir insanım. *** Kitabım yaşadıklarımı anlatan bir anı öykü kitabıdır. Ama nasıl anlatıyorum orası önemli. 13 yaşında bir çocuğun gözünden yaşadıklarını, özlemlerini, hüzünlü çileli günlerini kendi gözünden anlatıyorum.
*** rüzgârın elçiliği buraya kadardı / kabul olmuştu evin isteği / son kez baktı kızıl yüklü dallara / yalınkılıç bir yıldırım yerine getirdi / evin ötenazi isteğini