Kimse büyük laf söylemesin

PAYLAŞ

Monolog

________

 

Oh! Oh! Bıktım, usandım artık be, dostum! Bilmem artık, niye hep sorup duruyorsun neden evlenmediğimi. Evlenmiyorum ve işte o kadar. Anlayamıyorum niye uzatıp uzatıyorsun, bu konuyu. Vallahi billahi, insan senden kurtulamayacak. Hadi bu defa da benden gitsin. Ama bil ki, bir daha bu gibi sorularla başımı yormayacaksın. Anlaştık değil mi?
Şimdi kulaklarını güzelce aç ve dinle! Ben, daha küçüklüğümde öyle nazlı, öyle bir gevezeydim ki, babam bir dediğimi iki etmezdi. Evde, ben ne diyorsam o oluyordu. Dışarda kimselerle konuşmaya kibrim almıyordu. Herkesi kendimden aşağı ve küçük tutuyordum. Daha köyümüzde öğrenciyken: “Öyle bir mektep bitireceğim ki, köyde benden daha okumuş bir kimse olmayacak.” diyordum. Kendi kendime çeşit hayaller kuruyordum. Bu hayallerimin birisinde, şöyle otomobilime biniyor, sağ tarafıma da karımı oturtuyor ve köy sokaklarında geziniyorduk...
Böylece hiç farkında olmadan aradan günler, aylar ve yıllar gelip geçti. Babam da diğerleri gibi, beni kasabaya okula gönderdi; ama kasabada okumak hiç te köyümüze benzemiyormuş. İte kaka dokuzuncu sınıfı zar zor geçebildim; ama onuncu sınıfı hiç bir türlü başaramadım. Doğrudan sınıfta kaldım. Devrisi yıl aynı sınıfı tekrarladım; ama o sene de okulda sigara içmek, lokantaları ziyaret etmek, geceleri doğum günleri kutlamak derken, okuldan da kovuldum...
Neyse başka bir şehre değiştim. Gece gimnazyası ( lise ) falan filan bırakmadım. Hepsini denedim. Neyse çok uzattım, galiba. Babamın sayesinde, eşle dostlarla, zar zor orta tahsil için bir diploma aldım ve köye döndüm. Köy sokaklarında yürürken sanki yere basmıyor, havada uçuyordum. Dayım, TKZS başkanı olduğu için benden de hemen bir agronom yaptı köye. Sağ olsun! Onun sayesinde paşa gibi yaşıyordum.
Bir gün babam bana: “Oğlum, yaşın yirmiyi geçti evlenmek zamanı geldi, bence artık evlensen iyi olur”dedi. Ben, babamın gözlerinin içine baktım, baktım da: “Baba, evleneyim; ama ben bu köyde kendime layık bir kız göremiyorum ki”dedim. Anam köyde saymadık kız bırakmadı. Ben ise hep: “Olmaz, bu bana göre değil, o cahil, öbürü bilmem ne diye ille bir kusur buluyordum.” Anam, birden bire: “Buldum, buldum!” diye bağırdı. Ben: “Ne buldun öyle?” diye sordum. Anam, acele acele konuşmaya başladı: “Şu şimşir Ayşe’nin kızı Meliha var ya, tam senin için. Hem de, bu yıl liseyi başarıyla bitirmiş. Zaten anası da hep senin lafını ediyor bana” dedi. Ben, az düşündüm, çok düşündüm; fakat ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Zaten Meliha’yı da iki yıldan beri görmemiştim; ama yine de anama sözüm şu oldu: “Meliha'yı bana parayla verseler, ben yine onu almam” dedim.
Böylece evlenmek meselesi, bu şekilde sonuçlanmış oldu. Şeytanın da hiç işi yok ya, bütün evde konuştuklarımız köy içine yayılmış...
Aradan bir kaç ay gelip geçmişti. Bir gün ana okulunun yanından geçiyordum. Lakin ne göreyim. O minicik yavruların arasında bir dünya güzeli kız oturuyordu ki, ne söylesem hoşuna gidecek. Şöyle nur topu gibi beyaz, elma yanaklı, kiraz dudaklı, öyle yakışıklı bir kız, doğrusu, daha ilk görüşte vuruldum ona. Hemen koşarak anama gittim ve “Çabuk hazır ol, daha akşama dünürlüğe gidiyorsun şu ana okulundaki muallimeye” dedim. Az kalsın anam ağlayacaktı: “Aman evladım, vaktinde ben sana anlatırken, sen bizi hiç dinlemedin bile. Artık Şimşir Ayşe bize kızını verir mi, acaba?” demesin mi anam. Hepten vurulmuşa döndüm; sanki üzerime bir kazan sıcak su dökmüşlerdi. Başım dönüp gözlerim karadı. “Vaz geç! Bırak gitme!” diye öfkeyle bağırdım anama. O günden sonra da hiç bir türlü unutamadım Şimşir’in kızı Meliha’yı...
Ne yazık ki, zamanında büyük laf etmiştim. Bin kere pişmandım; ama ne fayda! Gün günden ekmekten de kesildim ve üzüntüler içerisinde çırpınıyordum. Şu gönül de laftan anlamıyordu ki, inadına seviyordu Meliha’yı. Ama nasıl sevmesin ki, o bir içim su gibiydi. Ah, benim ahmak aklım, hangi taşlara vurayım başımı.
Kara kara düşünürken, dayım geldi aklıma. Hemen koştum ona ve durumu iğneden ipliğe kadar anlattım kendisine. O da hiç vakit kaybetmeden, daha akşamdan çalmış Şimşir Ayşe'lerin kapısını. Çalmış; ama aldığı cevap onu da şaşırtmış. Şimşir Ayşe, böbürlene böbürlene: “Sizin çocuğunuz vaktinde çok büyük laf söylemiş, bende ona verecek kız yok” demiş.
Dayımın haberini duyunca hepten öldüm. Ne yapacağımı bilemiyordum. Öte düşündüm, beri düşündüm ve Meliha’ya iki yapraklık mektup yazıp yolladım; ama ikinci günü şu cevabı aldım:
“Benimle işin olmasın, ben havada uçamıyorum. Sen kendine havada uçabilecek birini bul ve şunu da benden bil: Bir gün o havada uçan kanatların kırılınca, düşeceksin çöllere...”
Son sözleri, hepten kızdırdı kellemi; ama gayret etmeliydim. Son bir ümidim vardı - Musa Hoca! Hemen koştum ona ve durumu anlattım. Hoca, memnun memnun: “Sen rahat ol, oğlum! dedi. Ben daha bu akşam bir muska yapar ve bakmışsın bir hafta sonra Meliha senin olmuş...”
Sevincimden sabahı zor bekleyebildim. Daha tan yeri ağarmadan Musa Hoca'yı buldum. Hoca: “Her şey hazır!” dedi. Eline biraz para sıkıştırdım ve muskayı kaptığım gibi soluğu evde aldım. Hocanın tavsiyesi üzere, muskayı lazım gereken yere yerleştirdim ve bekle babam, bekle...
Aradan bir, iki, üç, beş, altı, sekiz ve on ay geçti ve bir türlü Meliha benim olmuyordu. Bir gün duydum ki, Meliha, Halil brigadirle ( kooperatifte posta başı) evlenmiş. Ben koskocaman bir agronom, beni beğenmedi; ama el alemin brigadirine varmış...
Ahladım, vahladım; ama biri fayda etmedi. Yüreğim Meliha’nın sevgisiyle cayır cayır yanıp tutuşurken, seneler gelip geçti. Daha onun acısını unutmamıştım ki, derdime bir dert daha açtılar. Şu Alişler’in Osman’ın oğlu Şaban, Eski Zağra'da agronom için yüksek tahsilini bitirmiş ve köye dönmüş. Beni agronomluktan serbest ettiler ve yerime onu tayin ettiler. Ortalıkta hepten işsiz güçsüz bırakıldım...
Koştum hemen dayıma. Neden böyle oluyor bu işler, diye soracak oldum: “ Beri bak! El alem, beş sene yüksek agronom okulunda okumuş ve elinde tapu gibi diploması var ve onun önüne kimse duramaz,” dedi. Dayımın sözlerinden anladım ki, onu da almış bir telaş. Başkan koltuğunu kaçırmaktan korkuyor. Meliha’ya yanarken işimden de oldum. Şimdi kızlar hiç yüzüme bile bakmaz oldu. O yüzden de bekar bir hayat yaşıyorum. Yaş otuza yaklaşıyor; ama ne yapsam, ne etsem köyden ve etraf köylerden kız alamayacağım.
Vaktinde çok büyük laf etmiştim. Bu gün, benden vasiyet olsun herkese, kimse hayatında, kendisini diğer insanlardan üstün tutmasın ve kimse büyük laf söylemesin!
 
Mehmet İsmail Keçici
Preselka, Novi Pazar, Ağustos, 1970 y.
HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN