Gayet açık bir mesajı olsa da film zihnimde bir sürü soru yarattı: Bağışlasak bile, unutabilir miyiz? Unutmaya çalışsak bile Bulgarlarla aynı şekilde mi unutuyoruz? Veya Bulgar komşumun “soya dönüş” sürecinde yaşadığı travma benim yaşadığım dram ile kıyaslanabilir mi? Bu film tarafsız mı? Tarafsız bakış olur mu? Filmdeki İvan’ın yaşadıkları gerçek mi, yoksa bir toplumun vicdan azabını yatıştırmak için sonradan kurgulanan bir özür hali midir? Ben, gerçek olduğuna inanmak istiyorum çünkü, Milan Kundera’nın sözleriyle ifade etmeye çalışırsam, insanın iktidara karşı verdiği asıl savaş, belleğin unutmaya karşı verdiği savaştır. Bir yönetmen için, daha genel anlamda da sanatçı için, bu çok daha geçerli bir ifadedir.
Dünyanın hali ve memleketlerin halleri hep daha düzelemediği için, Bulgaristan'da Müslüman azınlıklara uygulanan soykırıma baş kaldırıp, 1300 yıl Bulgaristan Devleti kuruluşunun altın madalya ödülünü ret ederek, insan hakları savuncusu duruşuyla, emektar daktilosunun klavye tuşlarına yorulmaksızın vuruşlarıyla, ilerlemiş yaşına rağmen, devingenliği ile bir çalışkanlık abidesi olarak, eserler yaratma azminde edebiyatımızın Ahmet Mithat Efendi'si ile boy ölçüşen bir Mehmet Türker Acaroğlu, Bulgaristan Türklerinin gurur kaynağıdır.
” Bir gurbet türküsü gibi içli /bir gurbet türküsü kadar yakınsın bana. Bin name döksem yine azdır/gurubuna, mehtabına…”
Ailesi tarafından ajansa yazdırıldıktan sonra, bir reklam filminde oynamıştır (Milupa Kaşık Maması 2009) ve 3 yaşındayken, "Bir Çocuk Sevdim" dizisine Bülent İnal ve Çetin Tekindor'la beraber başrolde oynamıştır. Dünyada neredeyse bütün ülkelerde gösterime girmiş, "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin 3. sezonunda Şehzade Cihangir karakterini canlandırmıştır.
Bulgaristan Müslümanları tarihinde ilk defa bir hanımefendi, muhaddise oluyor, akademisyen doktor ünvanını hak ediyor.
Maalesef, bizim azınlık statümüz bile tanınmayan "demokratik" çağımızda, Ana dili açılış törenleri bile başka dilde yapılıyor, tebrikler de keza! Yine de eyvallah, okullarda Ana dili okumaktan mahrum çocuklarımız öylesine Ana sütü gibi tatlı dil ile şiirler okuyorlar, şarkılar, türküler okuyorlar ki, bu istense de, istenmese de, var olduğumuz ve var olacağımızın en bariz garantisidir. İnsafa gelin, efendiler, insafa !
Güçlü sesi ve yeteneği ile Bursa'daki müzik otoritelerinin ve müzikseverlerin çoktan beğenisi kazan genç yaratıcı, icra ettiği müziğin dışında, çeşitli popüler televizyon programları hazırlamakta ve toplum yararına düzenlenen çeşitli etkinliklere katılmayı da ihmal etmiyor. Aslen Bulgaristan'ın Ardino (Eğridere) kasabasında doğan Sevcan Celbişler, göçmen camiasında da saygın bir yer edinmiştir.
İşte Türkçe'nin de konuşulduğu gibi yazılmadığı, "dünyanın tek tamamı konuşulduğu gibi yazılan sözcüklerden oluşan tek dili" olduğu efsanesini çürüten örnek yazım yanlışları. Dilimizin neredeyse yazıldığı gibi okunduğu doğru. Ama bu yine de, Türk dilinin dünyanın en güzel dillerinden biri olduğu gerçeğini hafifletmez. Çünkü konuşulan, yazılan, "düşünen" her dil gibi, Türkçe de güzeldir. Hem de sözcük sayısının çokluğuna, gramer kitaplarının kalınlığına, yeryüzünde o dili konuşan insan sayısına bağlı kalmaksızın.
Dağları hep merak etmişimdir. Onlar babama benzer. Bazen kinli, kaşlarını çatmış, sarık ile kafayı sarmış; bazen de güneşin ışığından gülümseyerek, “Ha, kızım!” deyince, kendimi hiç olmazsa, tepelerin ucunda, bulutların yanında bulur gibiyim…
Bulgaristan’ın, Türk azınlığının varlığını ve yurttaş ulus modelini kabul etmesi lazım, yalnız burada bir özellik var, yurttaş ulusun içinde etnik azınlıklar var, onların kendine özgü dili, dini, kültürü, gelenekleri var ve bu özellikleri korumaya hakkı var. İşte biz bu tezi Bulgaristan’da kabul etmeliyiz. Bu tez üzerine de Bulgaristan’da Türk etnik azınlığı bulunduğunu resmen Anayasaya, yahut ta başka yasalara aktarmamız gereklidir.
Biz çalıyoruz, kızlar oynuyor, kızlar oynuyor, biz çalıyoruz ve bir ara, sazımın sapı biraz uzun olduğundan, biraz da bunca güzel kızın arasında, beni basan efkarlıktan dolayı, yüklük dayanamadı ve göbek yerinden patlayıverdi ve yorgan döşek alabora oldu. Yüklük yıkıldı, bizlerde hepimiz bunun altında kaldık...
Bulgaristan Türk Edebiyatı içinde doğan ve içinde yetişen büyük çınarlardan biri yıkıldı. Şair ve araştırmacı yazar, romancı Niyazi Hüseyin Bahtiyar aramızdan ayrıldı ve vuslat yoluna yöneldi. Beraberinde zengin sözlü ve yazılı edebiyatımızın esintilerini götürdü. Bize de öğütleri, yürüdüğü yolun izleri, değerler kaldı.
Bence anadili her dilin temelidir. Benim cani gönülden tavsiyem, Türkçenize dönün, Türkçeyi bilmeyen çocuk, kendini ifade edemez. Ana dilinde kendini ifade edemeyen çocuk, diğer dillerde hiç edemez. Türkçeyi ihmal etmek, çocuğun kimliğini, geleceğini, özgüvenini zedelemektir. Türkçeyi çocuklarınıza okutunuz! Ben Bulgarca dersini de veriyorum. Türkçe mantıklı düşünen bir çocuk, güzel yazı, yaratıcı yazı yazabilen bir çocuk, bunu Bulgarca da başarıyor.
Daha orada iken dikkatimi çeken bazı gazete yazılarını kesip arşivime koymuştum. Olaylar, Bulgar makamlarının beklentileri yönünde gelişmeyip, bize de göç etme fırsatı doğunca, bu gazete küpürlerini yanımda getirdim. Şimdi orada veremediğim cevapları burada yazmaya çalışıyorum. Bu yazıma başlarken, Tercüman gazetesinin o zamanki sahibi merhum Kemal Ilıcak’ı da rahmetle ve minnetle anıyorum. Zira o, Bulgaristan Türk’ünün sesini duyurabilmek için, Türkiye’deki göçmen derneklerine de elinden geldiğince maddi ve manevi desteklerde bulunmuştu.
Sen ne yaptın şu Sultan'a, kahrolsun namı! Sultanyeri'nin adı da batsın, olmasın şanı! Asır geçse bu diyarda ezan okunur, Cebel köyü camisinde anıt korunur; "Beni dikti bir evladın hayırseveri!" Unutulmaz Süleyman'ın acı eceli... Sür taligayı kör taligacı Ballık boyuna, Kaldırımın ko ağlasın, Tokatçık adına!
Kırcı Baba, Kırcı Baba, sabah sabah çıktın yola. Yolunu kesti uğultu, acaba bu ne iş ola?
* Sanırım Türkiye’de yasayan Balkan göçmenleri, Balkanlı olma bilincini yavaş yavaş kaybediyor. E, nerede 21 milyon Balkan göçmeni? Nerede milyonlarca Rumelili? Çok değil, yüzde birini görelim... * Balkanlarla alakalı yapılmış bir tane film söyleyin ki, bana gişede bir milyonu geçmiş olsun. Ama o bile yok! * Yıllarca kitap yazdılar, Balkanlar’ı anlatmaya çalıştılar. Satın alan olmadı. Muhteşem albümler yapıldı, bizim müziğimizi tanıtan. Satın alan olmadı. Kalite üstü sanatçılarımız var. Konser veremiyorlar. Çünkü bilet alan olmuyor. * Kosova’da? Bulgaristan’da? Bati Trakya’da? Sancak’ta? Bosna’da? Olay sayı değil, olay sahip çıkmak. Her şeyi çok bilen abilerimize tavsiyemdir. Ya kültürünüze sahip çıkın, ya da o dernek tabelalarından Kültür ve Dayanışma kelimelerini çıkartın. Ayıptır. Yazıktır, günahtır. Koskoca bir kültürü yok etmekten başka hiçbir şey yapmıyoruz.
Tuna’ya dökülen Osma (Osım) Nehri etrafında gelişen şehrin Evliya Çelebi’nin ziyaretinde 20 mahallesi vardır ki, dördü Hristiyan, biri Yahudi, biri Kıpti, diğerleri de Müslümandır. Kayıtlarda ismi geçen bu mahallelerin bir kısmı şunlardır: Kâtip Veliyüddin, Mehmed Çavuş, Abdurrahman, Diksan, Çıngar, Mustafa ve Varoş. Ziyareti sırasında kasabada 10 kadar minare gördüğünü ifade eden F. Kanitz’in verdiği bilgilere göre, 1870 yılında Lofça’da 36 toptancı dükkân, 603 dükkân/işyeri, 14 han, 33 kahvehane, 2 hamam, 1 saat kulesi, 1 rüşdiye okulu, 10 ilkokul, 3 medrese ve 20 cami ve mescit varmış.