ATA YURDUMUZ DELİORMAN - Birinci bölüm

PAYLAŞ

 

Gezi notları ( 21.08.2019 - 26.08.2019 ). Denizli -Şamanköy - 2100 km.

Takriben 450-500 yıl kadar önce atalarımızın yurt yapmaya başlayıp, tam 500 yıl ikametten sonra terketmek mecburiyetinde kaldıkları, kulaktan dolma bilgilerle kendimizi bildik bileli, büyüklerimizden duyduklarımızla hayalimizde canlandırmaya çalıştığımız atalar yurdumuz Deliorman'a seyahati çoktandır istiyordum. Hatta yanıma seyahat arkadaşları aramıştım.

Deliorman ( Ludogorie), aşağı Tuna Ovası'nda, Rusçuk, Razgrad, Silistre, Şumnu ve Hacıoğlu Pazarcık şehirlerini de içine alan ve Türklerin bir zamanlar çok yoğun olarak yaşadığı geniş bir bölgedir.

Yerli halk tarafından böyle adlandırılmasının sebebi ağırlıklı olarak meşe, gürgen ve kızılcık ağaçlarının karışımından oluşan çok sık ve geçit vermez ormanlarla örtülü olmasından ileri gelmektedir.

Bölge, tarihte pehlivanları ile ün yapmıştır. Dünyaca ünlü Deliormanlı güreşçiler arasında Koca Yusuf, Ahmet Kara, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Kel Aliço ve Efrahim Kamberoğlu başta gelir.

Genelde Konya - Karaman civarından gelen Türkler ve Balıkesir civarından yörükler bölgeye yerleştirilmiştir.

Hayalimdeki Şamanköy ve çevresindeki yerleşimlerle, akrabalarımızın olduğu yakın köyler hakkında derlediğim bigilerle bir liste hazırladım. Eşimin ve evlatlarımın teşviki ile gerekli hazırlıkları yaparak beklemeye ve fırsat kollamaya başladım. Konaklama ve yeme içme hakkında araştırmalar yaptım.

Yurtdışı görevinden dört hafta izinli gelen küçük oğlum Yasir'in de benimle beraber seyahat etmek arzusu beni heyecanlandırdı. Uzun bir seyahat olamayacağı belliydi.

Nihayet, 21.08.2019' da yola çıkmaya karar verdik. Konaklama, yeme içme, güzergah hazırlıklarını yaptım. Hedefimdeki birinci yer Şamanköy'dü ( Bardokva ). Aile fertlerimizden dedemin dedesi İnce Molla Hüseyin, buraları 1875-76 yıllarında terk etmiş. Dedem Hacı Ramazan'ın babası Salih o zamanları henuz 13 yaşında imiş.

Görmek istediğimiz diğer köylerin arasında Duraçköy (Ludogortsi), Kılıçköy (Nojarovo), Abdülköy (Bogdantsi), Kıdırköy gibi yerleşim yerleri yer alıyordu. Ayrıca Şumnu, Razgrad, Kemallar (İsperih), Tutrakan, Silistre ve Rusçuk görülecek yerlerdi.

Birinci Gün. 21.08.2019, Çarşamba.

Sabah sekizde Denizli Yenişehir' den ben, eşim, oğlum ve kızım özel aracımızla hareket ettik. Kaptanımız oğlum Yasir, uzun yol tecrübeli birisiydi.

Buldan, Alaşehir, Akhisar, Susurluk, Balıkesir, Bandırma yoluyla Biga'ya ulaştık. Yolda Manyas gölü kenarından geçerken Kuş Cenneti Milli Parkı levhasını gördük. Uğramadan geçemedik. Burada 266' ü aşkın kuş türü ile 23 balık türünün bulunduğunu öğrendik. Manyas gölünde tespit edilen balık türlerinin bazıları sazan, yayın, turna, tatlısu kefali, filise, gümüş, havuz balığı, tatlısu kolyosu, kayabalığı ve kızılkanat. Yapılan araştırmalarda göl ve yakın çevresinde 4 tür semender, 6 tür kurbağa, 4 tür yılan, 2 tür kertenkele ve 2 tür kaplumbağanın bulunduğu kaydedilmiştir.

Daha sonra Biga'da kısa bir ihtiyaç ve alışveriş molası yaptık. Çardak'tan Gelibolu'ya geçelim derken çile başladı. Eyvah, gurbetçilerimizin dönüş günlerine denk geldik. Çile erken başladı. Feribot kuyruğunda adım adım gidip, 2.5 saat bekleyerek gemiye binip nihayet Çanakkale Boğazı'nı geçtik.

Uzunköprü üzerinden akşam üzeri Babaeski'ye vasıl olduk. Planımız üzere burada hısım ziyareti yapıp geceledik.
 

İkinci gün, 22.08.2019, Perşembe.

İlk istikametimiz Kırklareli. Kırklareli Müftümüzü, 2019-Hac dönüşü sebebiyle ziyaretimizin ardından, kendisinin delaleti ile Bulgaristan'ın sınır bölgesi olan Burgaz ve diğer yöreleri iyi bilen, Kırklareli’nde İmam-Hatip olarak görev yapan ve bir takım cami hizmetleri için sık sık Bulgaristan’a gidip gelen, adaşım Emin Bıyıklı Hocamızdan çok faydalı bilgiler aldık. Giriş çıkış, yol durumu, sınırda yapılan işlemler vs. hakkında kafamızdaki tüm soruların cevaplarını aldık.

Böylece Dereköy sınır kapımıza doğru yöneldik. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve gurbetçilerimizin dönüş trafiğine denk geldik. Dereköy'de 4.5 saat kuyrukta sıramızı bekleyiverdik.

Sınırın, bu yörede Istranca Dağları'ndan geçmesi nedeniyle, Türkiye ve Bulgaristan tarafı geniş ormanlık alanlarla doluydu. Ama seyahatimiz boyunca özellikle dikkatimi çeken, yol kenarlarında yoğun şekilde bulunan meyve ağaçları ve akasya ağaçlarıydı. Hatta diyebilirim ki, çoğu yerde akasya ormanlarından geçtik. Ağaçlardan oluşan tünellerden seyahat ediyorduk; ama Türkiye'nin o güzelim gidişli gelişli, asfalt otoban gibi yollarını bulamadık.

Malko Tırnovo (Tırnovacık) Krushevets güzergâhını izleyerek küçük kasaba ve köylerden geçerek Burgaz’a ulaştık. Burgaz, Bulgaristan’ın en büyük dördüncü şehriymiş. Araçla kısa bir şehir turu atarak yolumuza devam ettik. Bu gün Razgrat'a varmayı planlarken Burgaz üzerinden ancak Aytos'a kadar varabildik ve burada gecelemeye mecbur olduk.

Aydos, Bulgaristan'ın doğusunda, Burgaz ilinde bulunan bir ilçedir. Karadeniz Kıyısı'na 15 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Dağlık bir alanda bulunur. Nüfusu 25.000 civarında. Nüfusun önemli kısmını Türkler oluşturmaktadır.

Akşam namazımızı Konyalı bir görevli imamımızın ardında kıldık. Burada mevcut üç camiden sadece bu cami kalmış, maalesef. Aytos’da müftülük çalışanı Hüseyin Aga ile tanışmak, muhabbetleşmek varmış nasipte. O, yaşlı başlı haliyle bizimle ilgilendi ve koşturdu.

Sabah kahvaltısında, bir Türk börekçinin nefis peynirli börekleri ve çay güzel gitti. Burada ve çevredeki Türk yoğunluğunun göstergesi Aytos-İstanbul arası günlük otobüs seferlerinin olmasıdır.

Yeniden yola koyulduk. Buraları tamamen Türk bölgesi. Minareleri sayma imkanı yok. Yol kenarında, içinden geçtiğimiz bir köyün camisinin yanında durup yolda, karşıdan karşıya geçen birine selam verdik. Genç birisi idi. Cevap vermedi, ilgisiz bir şekilde devam edip yoluna gitti. Az sonra biraz orta yaşlı birisine selam verdik. "Aleykümüs-selam!" deyip yanımıza geldi. Tanıştık, Ömer ağa oğlu Yakub diye tanıttı kendini. Buranın eskiden dört camisi olan 1500 nüfuslu Kiremitliköy olduğunu öğrendik.

Asıl hedefimiz olan Razgrad'a giderken Şumnu’ya vardık. Cuma namazını Tombul Camii’nde kıldık, hamdolsun. Şumnu Müftüsü Mesut Mehmedov Hoca’yla tanıştık, muhabbetleştik, kahvesini içtik. Nüvab İmam Hatib Lisesi’ni ziyaret ettik. Müftülük ziyaretimizde, personel Kahri ağayla tanıştık. Bu ismi ilk defa duymuştum. Anlamını sordum. Babama sormadım, dedi. Nereden gelip nereye gittiğimizi söyledik. Şamanköy'e doğru gideceğiz deyince yanındaki boş masayı gösterip buradaki mesai arkadaşım eski Şamanköy İmamı demez mi. 

Tarih boyunca farklı adlarla anılan Şumnu, bugün Bulgaristan’ın en gözde turizm merkezlerinden biri. Tabiat ve tarihin buluştuğu şehir, ağırlıkla Türklerin yaşadığı Deliorman bölgesinde merkez şehirlerden biri.

1389'da Çandarlı Ali Paşa tarafından fethedilen bölge, Osmanlı döneminde stratejik önem taşıyan askeri üslerden biriydi. Beş asır Osmanlı hâkimiyetinde kalan şehrin günümüzde adı Şumen. Miras kalan Türk kültürü ve Osmanlı mimarisi, şehrin çehresine zenginlik katıyor. Camiler, çeşmeler, medreseler ve hamamlar, bu kültürün izleri olarak hemen göze çarpıyor. Şumnu'da Osmanlı döneminden miras yapıların birçoğuysa günümüze ulaşmayı başaramadı. Tarihi kayıtlara göre, Şumnu’da 86 adet sıbyan mektebi ve 4 medresenin yanı sıra hastane, han, hamam, saat kulesi, bedesten, kervansaray, çeşmeler, köprüler, tekke ve zaviyeler inşa edildi. Ancak birçoğunun ahşap olması sebebiyle, zamanla kullanılamaz hale gelerek yıkıldıkları belirtiliyor. Cami sayısının ise 60 olduğu biliniyor. Osmanlı dönemindeki bu camilerden bugün ancak 3 cami ayakta. Ezan açıktan hoporlörle okunuyor.

Bugün cuma ezanı oğlumuz Yasir İnceler tarfından okundu. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin Şumnu ile ilgili bölümünde, buradaki Atik Nasuh Paşa Camii'nin en eski cami olduğunu yazıyor. Uzun zaman ayakta kalan caminin, 1985 yılında komünist rejim tarafından yıktırılmış.

Üçüncü gün, Cuma, 23.08.2019.

Osmanlı’nın Balkanlar'da bıraktığı en nadide örneklerden biri, Şumnu’nun simgesi Şerif Halil Paşa Camii mimarisiyle kente gelenleri büyülüyor. Bu semte gelince, kendinizi İstanbul'da bir sokakta sanıyorsunuz. 1744 yılında inşa edilen ve Tombul Camii olarak da anılan yapı, ülkenin milli kültür ve tarih anıtı statüsüne sahip eserlerinden. Şumnu'da yükselen ve Balkanlar'ın en büyük ikinci camisi olan yapı, turistlerin de ilgisini çekiyor. Duvarları düz taştan kesilmiş cami, geometrik şekilde yontulmuş çeşitli bitki figürleriyle süslü. Caminin içindeyse Osmanlı’daki Lale Devri etkisi diyebileceğimiz Türk barok kalem işi bezeme görülüyor. Tombul Camii, Batı mimarisinden izler taşısa da klasik bir Osmanlı yapısı hüviyetinde. Şerif Halil Paşa Camii kompleksi içinde bulunan külliye ve ihtişamlı şadırvansa, Osmanlı mimarisinin güzel bir örneği olarak dikkat çekiyor. Külliyenin ikinci katında bir zamanlar hizmet veren kütüphanenin tüm kitaplarıysa bugün Sofya Milli Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor. Tombul Camii’nin duvarlarındaki kuş evleri ilk göze çarpanlar arasında. Yerli ve yabancı turistlere açık olan camide, 2005 yılından bu yana restorasyon çalışması sürüyor.

Osmanlı hâkimiyetinden sonra, Bulgaristan’da kalan Müslüman nüfus için yeni bir medrese olarak Medresetu’n-Nüvvab kurulmuştur. Bulgaristan Müslümanlarının eğitim tarihi içinde, Osmanlı kalıntısı olan Şumnu’daki Nüvvab Okulu önemli bir yer tutmaktadır. Medresetü’n-Nüvvab Bulgaristan'da müftü vekilleri, naibler, vaiz, imam-hatib yetiştiren bir eğitim müessesi anlamına gelir. Müslümanlar için de büyük önem arz etmektedir. Nüvab Türkiye'deki İmam-hatip Liseleri'nin muadilidir. En zor zamanlarda dahi öğrenime devam etmiştir.

Nüvab mezunu birçok aydınımız Bulgaristan ve Türkiye'de önemli görevlerde bulunmuştur. Çeşitli alanlarda şöhret bulmuş, bu mezunlardan bazıları şunlardır: Ahmed Davudoğlu (Hacı Ahmed), Hafız Nazif Efendi, Halil Aydoğan (Halil Alisoman), Osman Kılıç, Osman Seyfeddin Efendi (Osman Keskioğlu), Muharrem Abdullah Devecioğlu, İsmail İbrahim Akdere, Hacı İsmail Efendi (İsmail Ezherli), Yusuf Ziyaeddin Ersal.

Razgrat şehri, Deliorman'ın başkenti, pehlivan yatağı; Trakların, Roma ve Bizans medeniyetlerinin, Bulgar Devletleri'nin ve Osmanlı Hakimiyeti'nin izlerini taşıyan, Deliorman'ın başkenti kabul edilir.

13. yüzyılda Hrısgrad olarak bilinen Bulgar köyü, günümüz Razgrad'ın temelini oluşturduğu tahmin edilmekte. Söz konusu toprakların Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle, 1530'larda yeni bir kaza olarak Hezargrad kuruldu. Şehir Hezargrad, Hezergrad veya Hrazgrad olarak anılır olmuş.

Burada bulunan Maktul (Pargalı) İbrahim Paşa Camii, Osmanlılara ait ayakta kalmış en büyük sanat eseri hiç şüphesiz. UNESCO kataloğunda kayıtlı olan cami, Balkanlar'da üçüncü büyüklüktedir.

Kanuni Sultan Süleyman Han devrinin meşhur sadrazamı (Pargalı)  İbrahim Paşa hayratlarına dahildir. 1616 yılında inşa ettirilmiş klasik Türk mimarisinin en güzel eserlerinden birisidir. Cami her şeyden önce dış görünüşüyle dikkati çekiyor. Şu anda ibadete kapalı olan cami, 30 yılı aşkın zamandır tamiri konusunda maalesef müşahhas bir adım atılmamış.

Osmanlı döneminin burada miraslarından bir başkası da 1608–1609 yıllarında inşa edilen Ahmet Bey Camii'dir. Şehrin sembolü olan saat kulesi aynı döneme ait. Saat kulesi, 1764 yılında usta Todor Tonçev tarafından yapılmış.

Demir Baba Tekkesi. Hasan Demir Baba Pehlivan, bundan 500 yıl önce Deliorman'da yaşamış ve bir çok kerametler izhar etmiş. Demir Baba'nın adına yaptırılan tekke, 19. yüzyılın başlarında Rusçuk Paşası Pehlivan Baba tarfından tamir edilmiş. Macar bilim adamı Feliks Kanits'e göre, Demir Baba türbesi, 1490 yılında yapılmış.

Tarihçi Babinger, onun Ali Dede adında bir Horasanlının oğlu olduğunu belirtiyor. Zamanla gelip Kemallar (İsperih) bölgesinde Kovancılar köyüne yerleşmiş. Dağlık ve ormanlık yerde yer alan tekke, Türk–İslam kültürünün tüm motiflerine sahip. Sağ tarafında adak kurbanı kesmek için özel yer dahi yapılmış.

Razgrad, edebiyat alanında büyük geleneğe sahip. Ahmet Şerif, Muharrem Tahsin, Şaban Mahmut ve Ali Pir gibi isimler, Razgrad ilinin muhtelif köylerinde doğup yetişmişler.

Razgrad, aynı zamanda pehlivan yatağı olarak bilinir. "Zavutlu Kel Yahya, onun gibi gelmemiştir dünyaya" deniliyor baş pehlivan duasında bile. Ne zaman kimlerle güreştiği bilinmeyen, bu efsanevi pehlivandan sonra günümüze kadar Torlaklı Deli Hafız, Ezerçeli Ergeleci İbrahim, Karagöz köylü Hüseyin Mehmet, Osman Duralı gelmiştir. Hepsinin gücü, derecesi, şan ve şerefi başka, hepsi hürmete layık. Gerek klasik, gerek serbest güreşte, Tahran dünya güreşlerinde 8 yıl dünya pehlivanlarının şahı bilinen Hamit Kaplan'ı yenen Podayvalı Lütfi Ahmet yine bu toprakların evladıdır. Razgrad'ı dünyaya tanıtan başka bir isim ise Montreal'da Olimpiyat Şampiyonu olan "Güreş profesörü" küçük dev pehlivan Hasan İsaev'dir.

Deliorman’ın havası dillere destan olmuştur. Büyük pehlivanların hep buradan yetişmesi bir tesadüf değildir. Bunda, Deliorman’ın havasının ve vaktiyle seçilmiş adamların serhad bekçisi, akıncı olarak buraya yerleştirilmesinin etkisi büyüktür.

Yukarıda adı geçen ünlü pehlivanlardan başka ,1895- 1898 yılları arasıda Avrupa ve Amerika’da sırtı yere gelmeyen KocaYusuf, Aliço, Kavasoğlu, Şamdancıbaşı, Kazıkçı Karabekir, Kara Ahmet, Katrancı Mehmet, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Tevfik Ali Pehlivan, Selim Pehlivan, Koç Mehmed Pehlivan, Madaralı Ahmed, Kızılcıklı Mahmud Pehlivan, hep Deliorman ve çevresindendi.

/ Devam edecek / 

Mehmed Emin İnceler

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN