Ortaköy'den Karakuz'dan Cebel'e Kehribar Yaprakların Çağrısı…

* Hazan vaktinde sarısı bir başkadır Kırcali'nin, Koşukavak'ın, Cebel'in… Kehribar rengine bürünmüş kavaklar, altınvarî bir çekicilikle davet eder seni… * Sağ yanımızda yüz yıl önce can havliyle göç edenlerin çığlıkları… Sol yanımızda Kuşçubaşı Eşref'in 'Komam bunu yanlarına!' diyen kükreyişi…* Tabiatın, 'güzelliğiyle iç yakan', 'sularıyla iç soğutan' cennet köşesi… Her an nadide güzellikte bir ceylan, selamlayabilir sizi…

PAYLAŞ

 

“Mekân Balkan”, “zaman hazan”, “şahıslar da tarih” olunca, dünyanın en alımlı romanlarından birisi çıkıverir ortaya: Rumeli…

Hazan vaktinde sarısı bir başkadır; Kırcali’nin, Koşukavak’ın, Cebel’in…

Kehribar rengine bürünmüş kavaklar, altınvarî bir çekicilikle davet eder seni…

İş güç durduramaz seni… Koşarsın… Ortaköy’e, Hambardere’ye, Dutlu’ya…

Hele bu kehribar renkli yaprakların çağrısına bir de “Hazan’da Son Yolculuk”un yazarının çağrısı eklenirse…

“Makaleler, bildiriler, kitap çalışmaları masada dursun!!!” demekten başka çareniz kalmaz…

“Mekân Balkan”, “zaman hazan”, “şahıslar da tarih” olunca, dünyanın en alımlı romanlarından birisi çıkıverir ortaya: Rumeli…

Edirne’den Pazarkule’ye… Pazarkule’den Arda nehri kokan Ortaköy’e geçerken bulursun kendini…

 

Ortaköy…

Yok edilen birçok Türk-İslam eseri…

O eserlerin yerine yapılan düzenli, ama çoğu terk edilmiş yapılar…

Ve 1964’te baraj inşaati sırasında tesadüfen keşfedilen “Armira” villası…

İnsana, bu güzellikler içerisinde “geçiciliği” hatırlatan bir eser…

Kimler geçmemiş ki Ortaköy’den…

Sırpsındığı Savaşı’nın manevra yapan galip ordusu…

Asırlarca, Rodoplar’dan Edirne’ye, Kırkpınar’a güreş için giden pehlivanlar…

Balkan Harbi’nin mazlumları…

 

Ve yine yol…

Doğu Rodoplar’a “hüzün ve hazan eşliğinde” bir tırmanış…

Sağ yanımızda yüz yıl önce can havliyle göç edenlerin çığlıkları…

Sol yanımızda Kuşçubaşı Eşref’in “Komam bunu yanlarına!” diyen kükreyişi…

Biraz daha dikkatle duyarsın bunları ve daha fazlasını…

 

Ve sonra, Demirler (Jelezino)…

Nice tanıdık ninniyi, maniyi, türküyü, ağıdı duymak istersin bir açık bahçe kapısından…

Ama nafile… “Demirler” adının sıcaklığıyla yetinirsin…

“Gugutka”da, Balkanlar'ın “asırlardan bu yana talihi olan göç”le yıllar önce buraya gelip yerleşen Müslüman Arnavutlardan iz ararsın. Bir anı, bir ses…

İsmindeki aşinalık sizi kuşatır “Kazak”ın…

Burada; Bosna’da, İstanbul’da, Erzurum’da, Kırım’da, Kosova’da, Şumnu’da rastladığınız asırlık Osmanlı mezar taşları, son nöbetlerini tutmaktadır…

 

Ve “Dutlu”…

Asırlık ağaçları… Belki de bin yıllık gelenekleriyle… Dutlu…

Yemekleriyle karnınızı, güler yüzüyle gönlünüzü doyurur Dutlu…

Dedik ya: “Mekân Balkan”, “zaman hazan”, “şahıslar da tarih” olunca, dünyanın en alımlı romanlarından birisi çıkıverir ortaya: Rumeli…

 

Ve “Hambardere”…

Tabiatın, “güzelliğiyle iç yakan”, “sularıyla iç soğutan” cennet köşesi…

Her an nadide güzellikte bir ceylan, selamlayabilir sizi…

“İşte Balkan bu!” dersiniz.

 

Ve “Koşukavak”…

Sadece bir kelime: Koşukavak…

Ama içerisinde; 14. yüzyılın tam ortasından kalma mezar taşıyla Seyyid Baba’yı, 20.yüzyıla damga vuran Ömer Osman Erendoruk’un anılarını barındırır Koşukavak…

Dahası… Osmanlı’dan kalma Kaymakamlık Binası’nın içler acısı hâli…

Bir tarihtir Kosukavak…

“Bozgun Zamanı” romanıyla tarihe geçen gönüllerin pehlivanı “Olukçu Pehlivan”ın mezarı bir dere kenarında kaybolmuştur. O mezarın yerinde bir avuç toprak birkaç tutam ot…

Oysa geniş omuzlarıyla destanlar yazmıştı Olukçu…

Olukçu’nun mezarından bir rüzgâr ile savrulursun…

 

Ve “Karakuz”…

Ömer Osman Erendoruk’un çocukluk hayallerine, yetişkinlik acılarına şahitlik etmiştir Karakuz…

“Ömer, Ömer, Ömer…” diye bir Balkan anasının müşfik sesi yayılır dereboyuna…

Ceviz ağacından “Ana…” diyen sesi işitilir Ömer Osman’ın…

Ve yıllar, ayrılık getirir Karakuz köyüne…

O anne ağıt yakar, Ömer Osman ise Zağra’dan ağıt tadında şiirler yakar Karakuz’a…

Ömür boyu silinmeyecek anılarla kazınır Karakuz hafızaya…

Ömer Osman unutulmadıkça Karakuz, Karakuz unutulmadıkça Ömer Osman unutulmaz…

 

Ve her biri binlerce hikâye, binlerce roman olan köyler: “Gemeler”, “Canavarlar”… Yağbasan…

Yağbasan Panayırı… Olukçu Pehlivan’ın ilk güreş tuttuğu çayırlar…

Onlarca köyde yüzlerce çocuğun binlerce kez hayaline giren panayır…

Yağbasan deresinin kenarında, yüzlerce yıllık sanat eseri taşlarla çevrili asırlık bir cami…

Yüzlerce yıl Yağbasan Panayırı’na koşmuş, asırlarca Yağbasan deresinin suyunda serinlemiş ne insanlar yatıyor bu kabirde.

Şimdi; her birisi “zamana düşülmüş birer not” olan mezar taşlarıyla Yağbasan deresindeki anıları bekliyorlar…

 

“Atalan”…

Nice serhatlarda, nice gazalarda, nice bahadırları zafere taşıyan atların otlağı…

Atalan… Efsanelerle yükselen Rahmılı Dağ…

Doğu Rodoplar’ın seyir tepesi olan Rahmılı Dağ…

Erenlerin, gazilerin, menkıbelerin “Dağ Bayramı”yla yaşatıldığı Rahmılı Dağ…

 

Ve ah “Mestanlı”…

Güzel Mestanlı…

Çevresindeki onca köyle şenlenen, “dertlerinin yerine dünyayı kaldıran adam” Naim’le gurur duyan Mestanlı…

Evini adeta bir “hafızaya” çevirip, yüzlerce yıllık belgelerden mezar taşlarına kadar, her değere gözü gibi sahip çıkan Akif Atakan…

Bölgenin anılarını, yazarını, ressamını, acılarla yoğursa da “pişiren” Mestanlı…

Kayalarından sızan her damla suda, yüreğinden sızan her derde derman arayanların ziyaretgâhı: “Dambalı Tepesi”…

Yaran Baba türbesinde alp-erenlerin izini ararsın…

O ruhla seyredersin Kırcaali’yi o tarihî tepeden…

Ve bir selamla kurulan dostluklar… O dostlukların ürünü olan ikramlar…

Velhasıl; “şifa, huzur, tarih ve dostluk” kelimeleriyle hafızana yazılır Dambalı Tepesi…

 

Ve “Canbaşılı”…

“Canını seve seve bahş edenlerin” memleketi…

Dağı, taşı, camisi, türbesi tarihtir Canbaşılı’nın…

Bir gönül erinin daha ismi çıkar karşına Canbaşılı’da.

“İshak Dede-Ruhuna Fatiha -1218 (1803-1804)” İshak Dede’nin türbesinin etrafında her meslekten, her meşrepten ve her mezhepten insanın yan yana yattığını gösteren ve her birisi bir sanat eseri olan mezar taşları, binlerce ders verir bize…

Almasını bilene…

 

Ve "Cebel…"

Ah Cebel…

Temiz, güzel, hisli bir mücadele şehri…

Her adımda yüzlerce yıllık tarihine şahitler bulabileceğiniz Cebel…

“Beş metrekarelik bir çay ocağında, beş yüz yıllık bir tarihi, beş paralık enfes bir çayla” dinleyebileceğiniz sohbetler vardır Cebel’de…

“İyi ki varsın Cebel” diyesin gelir dönüp ardına bakarken…

 

Ve her güzel şeyin bir sonu vardır elbette: “Ortaköy’den, Karakuz’dan Cebel’e…

Kehribar Renkli Yaprakların Çağrısı…”yla çıktığımız bu Balkan turu da nihayete erer, bir diğerini başlasın diye…

Demiştik ya: “Mekân Balkan”, “zaman hazan”, “şahıslar da tarih” olunca, dünyanın en alımlı romanlarından birisi çıkıverir ortaya: Rumeli…

Doç. Dr. Ertuğrul KARAKUŞ

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN