Sabri CON

Rodop Şahini

Sabri CON

Öykü

_______

 

   Nargül, eşine gurbet yolu görününce evinde yapayalnız kalmıştı. Gençti. Dinçti. Hırslıydı da bir yandan. Uçmak istiyordu. Yükselmek istiyordu. Ama nasıl? Kuşun yükselmesi kanatla, insanın yükselmesi kitapla olur demezler mi? Nerede? Nasıl? Rodoplar’ın bu ücra köyünde mi yükseleceksin? Allah kerim! Günlerdir kafasındaki karmakarışık düşüncelerden kurtulamıyordu. Ona “Deh, kızım!” deyecek bir kuldan ihtiyacı vardı. Yeni arayışlara girip kendisini yükseklere tırmandırmak için en uygun yolu seçmeliydi. Yerinde durup saymak, kahrolmak demekti. Nabız yoklamak için köy sokaklarında defalarca dolaştı, köydeşleriyle konuşup dertleşti; ama umduğu yönden tek bilgi alamayınca hiç tatmin olmamıştı. Köydeşlerininki başka dertti: koyun, keçi, tütün, meyhane...

   Bir gün, başkentten, köylerine bir misafir gelmişti. Boylu, boslu, yakışıklının biriydi. Avrupai giyim kuşamıyla dikkat çekiyordu. Amacı, gençlik sorunlarıyla ilgilenmekti. Gençlerin okumasından, yükselmesinden yanaydı. Yardımsever olduğu kadar da hayırseverdi. Nargül’le bir araya gelip uzun, uzun konuştular. Ardından dedikodular aldı, yürüdü: “Neler konuştular acaba? Başında erkeği olmayan kadın, ne yüzle yabancı bir erkekle sohbet tutturur? Bir şeyler olgunlaşıyor ama...”

   Yeni ders yılı başlayınca, Nargül’ü yüksek öğretmen okulunda görenler hayrete düştü. Nasıl olur? Yıllardır yaptıkları hazırlıklara rağmen üniversite dışında kalan şu kadar gencimiz varken... Eşinin rızası, kendinin geceli gündüzlü çabaları ve başkentlinin desteğiyle mutlu sona ermişti. Yani, “kimsesiz” bayan, artık üniversite mezunuydu. Ama buna sevinecek hali yoktu. Her ağızdan püsküllü bir söz çıktığı için dedikodular onu yıpratmaya devam ediyordu: “Nasıl olur? Şıp dedi, koskoca üniversiteyi bitirdi. Belki de şöyle veya böyle... Eşinden uzak ya... Bir şeyler halt etmiştir nasıl olsa...” “İt ürür, kervan yürür...”

   Her şeye rağmen bundan sonra da durmak yoktu. Çalışacaktı, çabalayacaktı, atılımcı özelliklerinden vazgeçmeyecekti. Nihayet, kucağında nur topu gibi bir çocuk ve elinde yüksek okul diplomasıyla, büyük bir Rodop okuluna öğretmen atandı. Sevdi işini. Sevdi öğrencilerini, meslektaşlarını... Ama en fazla sevdikleri de kitap, kalem, defter, gazete ve dergilerdi... Sanatın edebiyat koluna tapıyordu âdetâ. Özümüzü, dilimizi, sanatımızı sevdiği kadar genç nesle sevdirmesini de biliyordu. Öğretmen olduğu yıllarda yine “yerinde saymadı.” Görevini seve, seve yaptı; ama hiçbir zaman “Öğretmenlik benim son durağım” demedi. “Erişebileceğim ne kadar zirveler varsa, oralara varmalıyım” anlayışıyla yeniden kolları sıvadı.

   Öğrenimin, daha yükseklere tırmanan dikenli merdivenlerini aşama aşama geçerek, bölgede parlayan yeni bir yıldız haline geldi. Öğretmenlikten müdürlüğe, müdürlükten politikaya derken ülke aydınlarının da gözdesi oluverdi kısa sürede. Böyle olunca, sayısız dostlar edinmesi çok doğaldı. Bu dostlar arasında öyle biri de vardı ki, olmazsa olmazların tekiydi. Yüzünü bir kere görmüş, sözünü bir kere dinlemiş olmasına rağmen “İşte, bu! İşte, gerçek dost!” demekten kendini alamadı. Nereden bakılsa, ikisinin de anatomisi ve psikolojisi tam uyum içindeydi. İyi yüreklilik... Mütevazılık... Dünyaya bakış açısı... Bir çekirdek ürünü gibiydiler yani.

   Aralarında derya, deniz türünden dağlar, çöller coğrafyası, kendileri açısından engel değil, bir yakınlaşma nedeniydi. Uzaktan kumandalı talimatlarla da olsa, bir birlerine yeşil umutlar aşılamayı, kanat takmayı pek âlâ biliyorlardı. Nargül’ün böylesine bir Kudret dostu vardı işte. Onun sayesinde birçok engeller aşıp yeni ufuklara taşındığını görünce sevinmek hakkıydı. Ama maalesef! Şu gözü kör olası, ardı kesilmeyen dedikodular yok mu? Oysa eşine ve ailesine, son nefesine kadar sadık olduğunu bir kendi, bir de Allah biliyordu.

   Kaderin cilvesine bakın şimdi de. Bir gün, telefonuna gelen bir mesajla irkildi. Okudu: “Sen dünya tatlısı bir N.’sün. Sana âşık oldum. Ne olur, sev beni!...” Kalbinden değil, beyninden vurulmuştu. Yıllardır uyum içinde oldukları ve bir birlerine karşılıklı, hayati yardımlarda bulundukları halde, kaybedilmesini istemediği bu dostundan gelen yıldırım aşk önerisi onu iyice bunaltıverdi. Az düşündü, çok düşündü ve kısa cevabını yazdı: “Ben, sayende yükselmiş bir Rodop şahiniyim; ama eşime, aşıma, işime âşık bir kadınım. Evlendiğim günden beri kalbimde boş alan yok. Ne olur, dost kalalım!” Telefonu kapatıp çantasına koyduktan sonra derin bir nefes aldı, verdi; gemileri batmışçasına tekrar düşündü, düşündü... Titreşen her hücresiyle yatak odasına gidip önce eşini, ardından da minik yavrusunu öptü, öptü...

   Gözlerinde, ihanete inat, sevgi gözyaşları yuvarlanıyordu...

Yazarın Diğer Yazıları