Güneşi Görmek
Mehmet ALEV
Bir gün eski yolun başındaki kara kayalıkta bir kekik çiçeği ile taş yarıkları arasında dünya yüzüne çıkmak isteyen bir dağ lalesi arasında şöyle bir konuşma geçer:
“Sen kimsin?” diye sorar yarık başındaki kekik.
“Ben güneşli dünyayı görmek isteyen bir laleyim!”
“Peki, rengin nasıl?”
“ Biraz açık maviye kaçar!”
“Sakın haa, başını gösterme! Yandığın gündür!”
“Neden olacakmış?”
“Bu yerin insanı açık maviye kaçan hiç lale görmemiştir! Seni de muhakkak görür görmez yadırgayacaklardır. Bunu benden böyle bil! Hatta yadırgamak dursun, başını çıkarır, çıkarmaz koparıp alacaklar, kökünü de kazıyacaklar...İnsanlarımızda öylesine bir iç duygu vardır ki, yeniyi, farklıyı, değişiği içlerine hiç sindiremezler. Öyle eğitilmişlerdir! Sen de ne oluyorsun? Lale! Ya beyaz, ya kırmızı ol! Neymiş o? ”Biraz açık maviye kaçarım”.
Kaçamazsın, çiçek kardeşim! Buranın, hatta memleketin insanı laleyi, ya kırmızı, ya beyaz bilir! Onlar hiçbir türlü başka rengi hazmedemezler! Yarı tonları yaşatmazlar, bu yörede! Buraları hep eşkıyalıktır. Hiç açma! Yeryüzüne gelme, bir kat daha iyidir! Benim sözlerimi unutma!”
“ Ama ben güneşi, o muazzam, altın ışıklı tepsiyi görmek istiyorum!”
“Yerin isabetli değil, bir başka topraklara git! Belki geniş yürekli insanlara rastlarsın! Her çeşit renkler makbuldür...”
“Peki sana hiç kimse bir şey demiyor mu?”
“Bana ne desinler? Ben, hep bir renk açarım! Cümle alem beni hep böyle bilir. Acımsı, sert kokuluyum. Bu yerde kime sorarsan sor, kekiği bilir. Ben bu dağların sultanıyım. Sonra haddimi de bilirim. Bu taşlar, dikenler arasında başka kim barınabilir? Çiçeklerim de el pençe olmaz! Küçücek, zor fark edersin! Sonra beni keçiler otlamaya bayılırlar.
Ben, görüyorsun, hem ot, hem çiçeğim! Lale, kime ne laleden! Sakla başını, güneş senin neyine gerek!”