Kimi, neyi alkışlamışız... - Mehmet ALEV

Kimi, neyi alkışlamışız...


89' GÖÇÜN NOTLARI

Mehmet Alev - Kocamustafa

_____________

KİMİ, NEYİ ALKIŞLAMIŞIZ (- 1. )

 3 Haziran 1989

Sabah erken şehir merkezine indim. Kırcaali’deki başkalık hemen göze çarpıyor. Otogar karşısındaki dört yol ağzına bir tank yerleştirilmiş! Meydan okurcasına... Totaliter rejimlerin simgeleri nedir? Bu soru tartışılabilir. Kimi al bayrak, kimi orak çekiç, kimi güvercin... der gider.

Bence, diktatör rejimlerin tek simgesi tanktır! Oysa ki, Kızıl Ordu tankları, Alman askerlerine doğru ilerlerken sevinç çığlıkları atardık. Alkışlardık sinemalarda... Gürlerdi salonlar.

Şimdi ne olmuştu? Bu tank, her an bizim üzerimize yürütülebilir. Zorla isimlerimizi değiştirirlerken bir değil, onlarca, yüzlerce tank yürütmüşlerdi üzerimize.

Mestanlı, Cebel, Kirli... O zaman anladık ki, bu tanklar yalnız faşistlerin üzerine gitmiyorlar...

Bu satırları yazıyor, yumrukla kafama kafama vuruyorum. Bunu, çok önce anlamalıydık. 1956 Macar olaylarında, 1968 altın Pırag'daki yaşananlarda... Hiç olmazsa, yetmişli yıllarda, Eskicuma (Blagoevgrat) sancağı Pomak-Müslüman halkının direnişinde...

İnsancıkların zorla isimlerini Bulgar isimleriyle değiştiriyorlardı. Tanklar, daha nice zırhlı silahlar konuşturulmuştu! Babekliler, canları pahasına karşı koymuşlardı...

Kulaktan kulağa işitiyorduk bu olayları. Basına hiçbiri yansımıyordu. Yansıyamazdı. Basın, sosyalizmin görülmedik “başarılarını” anlatıyordu her gün, her saat. Cana geçene dek...

Ne var ki, yanı başımızdaki kişinin haline varamamışız. Bu zırhlı araçlar bizim üzerimize yürütülemez, demişiz.

Bu yanılgıdır. Bir kıpırtı, bir hareketlilik, bir kargaşa, o korkunç demirin namlusu bize doğrultulur. Üstündeki asker emir bekliyor...

Ama, insanlar, otogarın orada oturtulmuş tanka şimdi bir başka gözle bakıyorlar. Bu insanlara bir şey olmuştu. Ne olduysa olmuştu! Birkaç günde olmuştu. Zırhlı araca bir başka gözle bakıyorlar. Tek sözle onu ciddiye almıyorlar. Bir yerlerden güç kuvvet bulmuşa benziyorlar...

Köşe başındaki gazete kulübesinde müthiş bir kuyruk var. Kadın erkek, yaşlı, genç... Sakin ve ümitli bir bekleyiş içindeler. Gişeden gazete, dergi değil, form alacaklar!. Onları doldurup MVR/ İçişleri Bakanlığı/Şubelerine yatıracaklar. Ardından turist pasaportları çıkacak...

 Aralarında Türkçe konuşuyorlar. Fısıltının az üzerinde bir sesle. Bu insanların başına gelecek var... Nereye gitsen bu kuyruklar... Şehir vızır vızır. Kırcaali, Kırcaali olalı bu hali yaşamamıştır! İnsanlar, insan değil, mekik… Bir gidiyor, bir geliyorlar. Ses yok, telaş yok...

Şu form olayı yeni sayılmaz. 1963, 1976 yıllarında da kuyruklar olmuştu. Ama, bunun üzerine emniyet güçlerinden araba dolusu dayak yemişlerdi. Sürgüne sürülmüşlerdi. Filibe’ye, Sofya’ya kadar yayan yapıldak, aç susuz, gece karanlıklarında konsolosluklara yürümüşlerdi...

Şimdi öyle şey yok. Gene de bir kuşku var insanların yüzlerinde. Gerçi Jivkov, “Hudutlarım açıktır!” Dedi. Özal da, “Buyursunlar, gelsinler soydaşlarımız!” diye açıkça beyan etti. Ne olur, ne olmaz... İşlerini sıkı tutuyorlardı. Açılan kapı, kapatılır da...

Bir kez açılmış da, sonra hiç kapatılmamış kapı görülmüş iş değil. İnsanlar, sırf bu yüzden yaptıkları işlemleri hiç vakit yitirmeden yapmaya çalışıyorlar.

( Devam edecek )

"Dalga Dalga Göç" kitabından

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
14Mar
23Şub
12Şub

CEMRE DÜŞÜŞÜ

31Oca

Benim günüm geliyor...

25Kas