18 Ağustos 1913' te, Mestanlı kurtarıldı. Yerel idare kuruldu. Güvenliğinin sağlanması için yerli fedailerin katılımıyla, bir de yeni müfreze oluşturuldu. Sırada Kırcaali vardı.
Kırcaaliler dört gözle Akıncılarını bekliyorlardı. Mestanlı'da onlara saldıran Bulgar askeri ellerinden sıyrılmış, Kırcaali Alayı'na sığınmıştı. Kırcaali Alayı'nın başında göğsü madalyalarla süslenmiş deneyimli bir yarbay bulunuyordu. Süvari birlikleriyle güçlendirilmiş bu birliğe saldırmak, deli cesareti isteyen bir işti. Daha önce başarmışlardı. Edirne'de, sonra da geri çekilen Bulgar birliklerini Mustafa Paşa'da ve Habipçe'de yendiler. Kendilerinden on misli fazla olan Bulgar birliklerini Harmanlı'da da perişan ettiler. Koşukavak çarpışmasından da cesaret alan fedailer, Kırcaali'yi kurtarmakta kararlıydılar.
18 Ağustos gecesi, kapsamlı bir taarruz planı hazırladılar. Görev dağılımı yaptılar. Kırcaali'yi iyi tanıyan kişilerden kılavuz seçtiler. Keşif ve öncü birliklerinin görevleri, sorunsuz bir şekilde kasabaya akıncıların sızmalarını sağlamaktı. Kırcaali - Mestanlı arasında 15 km. mesafe vardı. Dolambaçlı ıssız yolları kullanacaklardı. Yol mesafesini ve Kırcaali'ye varış saatini de hesaba kattılar. Birliklerini sabaha karşı yola çıkarıldılar. Plana göre, önce askerî kışlaya saldıracaklardı. Ardından komutanlık binası ele geçirilecekti. Baskın için en uygun zaman öğlen vaktiydi. Öğlen vakti, kışladaki askerlerin yemek saatiydi. Öğlen, Müslümanların camiye toplanma vaktiydi.
Şafak vakti harekete geçtiler. Önce Arda nehrini aşmaları gerekiyordu. Bu mevsimde Arda'nın su seviyesi epeyce düşmüş olduğundan bir sıkıntı yaşanmayacaktı.
* Selim Sami, 100' ün üzerinde akıncılarıyla Arda nehrini, Adaköy yakınlarından geçtiler. Fedailer, harekât saati gelinceye kadar söğütlük alanda bekletildi. Amaçları Kırcaali'yi doğudan kuşatmak ve bu yönden gelecek düşman tehlikesini bertaraf etmekti.
* Ahmet Kaptan, fedaileriyle Kırcaali'yi Batıdan kuşatacaktı. Alkaya köyü yakınlarında Arda'yı geçtiler. Düşman askerine görünmeden, adım adım kasabaya kadar ilerlediler. Türk evlerine sığındılar. Öğlen ezanını beklemeye koyuldular. Rodoplu kadınların elinden nefis ayranlar içtiler.
* Cihangiroğlu İbrahim' in görevi daha riskliydi. Öğlenden önce birkaç kola ayrılan birliklerini, camii ve pazar yerine yakın evlere yerleştirmesi gerekiyordu. Başardılar.
* Eşref Kuşçubaşı ve Said-i Kürdi'nin gönüllü birlikleri de sorunsuz bir şekilde Kırcaali'ye sızmışlardı. Gruplar halinde kışlanın arka tarafındaki kavaklık, söğütlük alana sığındılar ve endişe içinde harekât saatini beklediler.
Bulgar askeri de tedirgindi. Baskın bekleniyordu, Kırcaali- Mestanlı yolu üzerinde giriş ve çıkışlar sıkı denetim altına alınmıştı. Fakat denetimlerini yanlış yerde ve yanlış zamanda yapıyorlardı.
19 Ağustos, günlerden Salı idi. Öğlen saati yaklaştıkça, sinirler iyice gerildi. Fedailerin tedirginliği yüzlerine, hal ve tavırlarına da yansıdı. Kimseden ses çıkmıyordu. Kırcaali ve Rodoplar, işgal edildikten sonra, bölgede hemen Hıristiyanlaştırma hareketi başlamıştı. Din özgürlüğü yoktu. Camilerin kapılarına kilitler vurulmuştu. Fakat II. Balkan Savaşı sonrası bu kısıtlamalar kaldırıldı. Halk biraz rahat nefes almaya başladı. Daha büyük bir şevkle camilere akın ettiler. Hocalar, cami minarelerinden tekrar ezan okumaya başladılar.
Ezan saati gelip çatmıştı. Kırcaali imamı, yerini Said- Kürdi' nin öğrencilerinden birine bıraktı. 19 Ağustos günü, öğlen ezanı Kırcaali'lerin pek alışık olmadıkları tarzda okundu. Bu, hiç duymadıkları tarzda ve başka güzellikte okunan bir ezandı. Müezzinin yanık sesi dinleyenleri büyüledi, mest etti. Herkesin tüylerini diken diken etti, ürpertti. Gönüllerini ferahlattı.
Fakat okunan ezanın akıncılara etkisi farklı oldu. Onların nabız atışlarını hızlandırdı ve cesaretlerini daha da arttırdı. Ezan bitince fedai grupları, secdeye kapanmak yerine hep birlikte silahlarına sarıldılar. Evlerde gizlenenler, camide bekleyenler, söğüt altları ve çalılıklara gizlenenler, bir anda ortaya çıktılar.
Hedefe kilitlenip, silahlarını ateşlediler. Ezan öncesi o durgunluk ve sakinlikten eser kalmamıştı. Her iki tarafın da silahlı kuvvetleri birbirlerine girdiler. Kırcaali sokaklarında köşe kapmaca oynanıyordu.
Vuruştular, vuruştular, vuruştular! Çarpışma, saatlerce sürdü. Bulgar askerlerinden kaçabilenler, kurtuldu. Kaçmayanlar ise ya öldürüldü ya da yaralı bir şekilde fedailerin eline geçti. Savaşın ne kadar şiddetli geçtiğini bugün Kırcaali parkına dikilen Balkan Savaşı anıtının kitabesinden öğrenebilirsiniz.
Öldürülen düşman askerinin sayısı 40' ın üzerinde idi. Birkaç misli de yakalanan yaralı asker vardı. Fedailer de çok şehit vermişlerdi. Ertesi gün, papaz çağrıldı. Öldürülenler teslim edildi. Defin işlemlerinin Hıristiyan geleneklerine göre yapılması sağlandı. Şehit düşen fedailerimiz, Kırcaali Müftüsü'nün gözetiminde Türk mezarlığına defnedildi. Şehitler, Said-i Kürdî öğrencilerinin okudukları dualarla Cennete uğurlandılar. Mekânları cennet olsun!
Ertesi gün, sıra çatışmada yakalanan garnizon komutanı ile hesaplaşmaya gelmişti. Ayaküstü mahkeme kuruldu. Halkın huzuruna çıkarılan yarbay, işlediği suçlarından dolayı sorgulandı. Suçlarını kabul eden komutan, mahkeme kararıyla idam cezasına çarptırıldı. Kırcaali garnizon binasının önüne bir darağacı kuruldu ve yarbay, burada idam edildi. Bulgar Çarı Ferdinand tarafından kendisine sunulan kahramanlık asası, kılıcı ve güzel atı, Sultan Reşat'a hediye olarak İstanbul'a gönderildi...
Türk akıncıların başarılarından ve ona gönderilen hediyelerden yaşlı Sultan Reşat, epeyce memnun kalmış ve duygulanmıştı. İsanbul'da olduğu gibi bütün ülkede, kasaba ve şehirlerde, her yer Balkanlar'dan göç eden masum ve mazlum insanlarla doluydu.
Devlet ve Hilal- i Ahmer ( Kızılay) kuruluşu, her yere yetişemiyordu. Hazine, tamtakır boştu. Kılıcın üzerindeki pırlantalar ve at, değerliydi. Sultan Reşat, bu hediyeleri açık artırmayla satışa çıkarılmasını istemişti. Elde edilen gelirler göçmenlere yardım olsun diye Kızılay'a bağışlandı.
Sonraki günlerde ne mi oldu? Mustafa Bey Başkanlığında, Kırcaali'de yerel idare kuruldu. Askerî garnizon oluşturuldu. Yüzlerce gönüllü askere yazıldı ve fedailere katıldı. Sadrazam Talat Paşa'nın dayısı Ahmet Bey, bu konuda çok gayretli davrandı. Kendisi, yeni oluşturulan millî taburun başına getirildi ve komutan yapıldı. Kurtarılan bölgenin emniyetini sağlamak amacıyla bir de jandarma taburu oluşturuldu...