BURADA ÜMİTLER HİÇ ÖLMEZ

Öyle büyüleyici bir güzelliği vardır ki Balkanlar'ın, şöyle bir uzaklara göz atarsın, yerden kucaklarsın gökyüzünü. Ellerini semaya açsan, avuç avuç yıldız toplarsın. Uzaklardan gelen çilek kokuları ilaç olur, sürülür yaralara.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

BURADA ÜMİTLER HİÇ ÖLMEZ


Hani bazen bir rüya görürüz de haftalarca, aylarca etkisi altında kalırız ya. İşte öyledir Balkanlar.

"İşte öyle bir şey!" deyince, sözlerim bir şarkıyı çağrıştırdı galiba ama mısralar her zaman komşuluk halindedirler.

Kimi şeylerin dilimizden atmak mümkündür, beyinden atmanın ise hiç de kolay olmadığını hepimiz biliriz.

Ben Balkanlar'dan ayrılalı 20 küsur yıl olmasına rağmen, bizim oraları sık sık gidip bağdaş kurar rüyalarıma. Ben de kapatamadım kapılarını onlara, doludizgin buluşalım diye rüyalarda.

Sarıldık mı rüyaların tülden kanatlarına, yelkensiz açılır içimiz mavi semalara.

Akşam güneşi camlarda oynaşırken, saçlarımda dolaşır parmakları. Kar beyazı bulutları ellerimde taşırken, kalmaz gönlümün efkarı, gamı.

Kır çiçekleri gücenir, öpüp koklamadan geçersem eğer. Su içmez ceylanlar bir daha gönlümün pınarlarından.

Kuşdilini öğretmişti bir zamanlar bana koynumda uyuyan küçük kuşlar. Hala o dili kullanırım göz göze gelince bakışlar.

Koyudur ormanların gölgesi. Sobelemek kolay olmaz. Göklerde dalgalanan çocuk sesleri, kuş seslerinden ayrılamaz.

Çiçekler, kucağını açmış arılara. Arıların balı ağaç kovuklarında. Kısacık ömrünü unutur kelebekler,altın tozlar serpelerken kanatlarından yemyeşil ovalara.

Dağ meyvelerinin ağaçları fazla büyümez, üzmesin sevenini diye. Burada umutlar hiç ölmez, tazelenir her sabahın seherinde.

Her ağaç dalından bir salıncak, her salıncakta çocuklar, barış dileklerini mırıldanırken maviliklere, umut bağlar gökkuşağının rengine.

Gökkuşağı döşek olur, dağ başlarında yorgun yolcular dinlensin diye, nane kokulu ırmaklar çağlarken dağ tepelerinin buz gibi sularında.

Bazen çocukluğunun gölgesinde, bazen de kaybedilen bir cennetin ardından bakıp kalıverirsin öylesine.

Öyle büyüleyici bir güzelliği vardır ki Balkanlar'ın, şöyle bir uzaklara göz atarsın, yerden kucaklarsın gökyüzünü. Ellerini semaya açsan, avuç avuç yıldız toplarsın. Uzaklardan gelen çilek kokuları ilaç olur, sürülür yaralara.

Ümitler ellerinden öper. Acıların, hasetlerin yerinde yeller eser.

Böyledir Balkanlar'ın dağları, görenin gözlerini, gidenin kalbini alır...

SÜKÜT

Şehir insanları, o kadar gürültü ile iç içe yaşamaya alışmış ki, sessizlik onları tereddüde düşürebiliyor.

Bir an olsun, şöyle sessizliğe kulak verecek olursak eğer, o kadar çok sesler gelir ki kulaklarımıza, kendi sesimizi bile duyamaz hale gelebiliriz.

Sokaklardan geçen araç sesleri, gerekli gereksiz kornalar, simit satıcılarının sesleri, insanlardan gelen gürültüler, patırtılar, birbirlerine küfredenler, çocukların bağırışları, annelerin yüksek sesle çocuklarının çağırışları, balkondan balkona sohbetler, at arabaları, siren sesleri, pazar yerlerinden insanı bezdirecek kadar sözde davetkar sesler, hep onlarla yaşamaya alıştığımız seslerdir.

Bir de köy hayatını ele alacak olursak, bambaşka bir tablo serilir gözler önüne.

Ağaç dallarında kuş sesleri, rüzgarın, derelerin, derelerde kurbağaların sesine karışmıştır oradaki hayat.

Kimi insanlar kalabalığa hasret, kimileri de sessizlikte bulur kendini.

Belki de bazıları bu satırları okurken, ”amaaan, yalnızlıkta sevilir mi”, düşüncesine kapılabilirler.

Özellikle, sanatla uğraşanlar, yalnızlığın insanlara neler neler verdiğini iyi bilenlerdir.

Nice büyük yazarlar, romanların ortaya çıkış süresince, ıssızlıkla kol kola yaşarlar.

Yalnızlık, sevenlerine düşünce özgürlüğü, temelleşleri, vuslatları, hatta anılara bile can verendir.

Öylesine dalıp gider ki insan yalnızlığına, an olur kendi sesinden bile irkilebilir.

Yalnızlığın bir başka adı da bana göre kendinle hesaplaşmadır.

Bu günlerden yarınlara, geçmişine de uzanabilir insan, ah’larını, of’larını koyarak karşısına.

Ne zaman artılarını, eksilerini serecek olsak önüne, bazen ufak bir tebessüm dökülüverir dilinden inci taneleri gibi “ne güzel günlerdi ” diye.

Bazen de dudaklarını acıtırcasına ısırtır insana kendisiyle hesaplaşmalar.

Her zaman, zamana yenik düşülmez. Bazen çok uzaklarda kalan kimi anılar korur tazeliğini, dalından yeni koparılmış beyaz bir çiçek gibi. Kokusuyla, rengiyle, edasıyla büyüler yeniden o ilk günkü haliyle.

Böyle anıların karşısında ister istemez eğilir insan, uzun yılların ötesinden bile göğsünde gurur, dudağında sevgiyle…

Firdevs BÜYÜKATEŞ

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN