29 Ocak Gümülcüne Olayı

*** Artık o noktadan sonra sabrın yeri yoktu, korkunun yeri yoktu, 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!' demeye yer kalmamıştı. Çünkü olay yeni doğan bebekten, mezardaki ölmüşlere değin herkesi ilgilendiriyordu. *** Herkes sabahı zor bekliyor. Yedisinden yetmişine kadın, kız erkek, bütün azınlık dağ bayır demeden yollara düşmüş, Gümülcine istikametine doğru ilerliyor. Bu seli hiç kimse durduramaz...

PAYLAŞ

Olay diyorum. Gerçekten, “Azınlık Tarihi” içinde yaşanmış en büyük bir olay. İnanılacak gibi değil. “Bu Azınlık bunu yapamaz...” Öyle bir düşünce yerleşmişti içimize. Ama oldu. Çünkü artık bıçak kemiğe dayanmıştı...

Artık o noktadan sonra sabrın yeri yoktu, korkunun yeri yoktu, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!’ demeye yer kalmamıştı. Çünkü olay yeni doğan bebekten, mezardaki ölmüşlere değin herkesi ilgilendiriyordu.

Ne demekti;

"Siz Türk değilsiniz, Elen Müslümanlarısınız!"

Yönetimin bu hareketi, Azınlığın kimliğini böyle kabadayı bir tavırla uluorta inkâr etmesi, bunu mahkeme yoluyla da ortaya dökmesi artık işi iyice çığırından çıkarmıştı...

Herkes bir şaşkınlık, bir korku içindeydi. Bazı gençler yanıma yaklaşıyor, "Hocam, şimdi ne olacak; ne yapacağız" diye şaşkınlık içinde soruyorlardı. Aslında bu soruyu herkes kendi kendine soruyordu...

Daha dün, Bulgaristan'daki soydaşlarımızın bu asimile edilme haberlerinin acısı içimizdeyken aynı olay işte bizim başımıza da gelmişti. Şimdi ne yapacağız, ne olacak...

Bazı arkadaşlarla sık sık bir araya gelip bu asimile hareketine karşı toplu halde sert bir yanıt verilmesi için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Aynı yönde başka yerlerde de bu türden çalışmaların yapıldığı haberleri bizlere moral veriyor. Önce Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği öncülüğünde bir hareket başlatılıyor.

Ne yapılmalı? O günlerde de Türkiye ile Yunanistan arasında “Yüksek Düzeyde” bir görüşme var: “Davos Görüşmesi...” Zamanın Türkiye Cumhurbaşkanı ile Yunanistan Başbakanı Papandreu arasında yapılacak önemli bir görüşme.

Bu yüzden, bu görüşmeye gölge düşüreceği endişesiyle olası bir yürüyüşün yapılmasına bazı çevrelerce pek sıcak bakılmıyor. Ama azınlık halkı, yani Batı Trakya Türk Azınlığı o günlerde yediden yetmişe patlama noktasına gelmiş. Öyle sanıyorum, başı her kim çekerse çeksin, hadi, yürüyün, ne olursa olsun, Biz Türk’üz, dese sonu ne olacağı belli olmayan bir hareket başlayacak...

Durum öylesine vahim. Durumun sezilmesi üzerine olaya bir yumuşaklık getirmeye çalışılıyor. Bir yürüyüş yapılacak ve Cuma namazı Gümülcine'nin Yeni Camii'nde kılınacak. Yönetim o gece olası bir yürüyüşü yasaklıyor. Ama halk hazır...

Herkes sabahı zor bekliyor. Yedisinden yetmişine kadın, kız erkek, bütün azınlık dağ bayır demeden yollara düşmüş, Gümülcine istikametine doğru ilerliyor. Bu seli hiç kimse durduramaz...

Gene de öyle oluyor. Polis barikatları yarılıyor, halk akın akım Gümülcine yollarına doğru yürüyor... Ve korkunç bir sessizlik... Sanki bir felâket öncesi sessizliği...

Bu yürüyüşü birkaç gün sonra şu dörtlükle başlayan bir şiirle destanlaştırıyorum:

“Sabahtı, yürüdük yuvası bozulmuş karıncalar gibi

Dağ demedik, taş demedik, dere tepe demedik

Yürüdük, binlerce, on binlerce kişi sessiz,

Duyurduk sesimizi: Türk’üz, daha ölmedik!”

Ve bugünlere geliyorum. İnsanlar bazı şeyleri ne kadar çabuk unutuyorlar. İşte önümüzde yeni bir yıl, yeni bir ocak ayı geliyor... Küçük bir toplantının dışında o günün önemini anlatan, bunu gelecek kuşaklara aktarmayı hedefleyen girişimler nerede?

29 Ocak 1988 sabahı çok erken mi kalkmıştım.Galiba öyle. Alınan karar gereği öğretmenler okullarda görevlerinin başında bulunacaktı. Sabahleyin kalktığımda herkes yollara dökülmüştü. Karım ve küçük kızım da kalabalığa karışıp Gümülcine’ye doğru yol almağa başladılar...

Yazıhanedeyiz. Yunanlı öğretmenlerle pek canciğer olmasak da aramızda kavga mavga yok. Önce genç olanı açıyor konuyu. Halk yollara dökülmüş, diyor. Oysa yürüyüş yasağı kondu; halk bunu bilmiyor mu? Ben zaten olayın etkisiyle patlamak üzereyim. Yasak olsa da bu halk yürüyecek, diyorum... Bu olayı hiç kimse durduramaz. Ama çok dayak düşecek, diyor...

İşte o zaman patlıyorum:

Bak, Stergio, diyorum... Kendi adıma konuşuyorum. Bana sen Türk değilsin, şusun, busun diyecek olanı. Ve basıyorum dumanı... Benim çocuğumun kimliğini değiştirmek isteyen düşüncenin her ne bahasına olursa olsun, canına okurum... Bilirsin, ölümden öte köy yok...

Rum öğretmen konuyu açtığına bin pişman olmuş olabilirdi ama artık ok yaydan fırlamıştı bir kere... Yanımdaki arkadaşlar sus pus oldular bu arada. Yunanlı öğretmen bir şey diyemedi...

İstersen bu söylediklerimi istediğin makama da aktarabilirsin, dedim ve okuldan çıkıp arabama atladım ve o dehşetli kalabalığın arasına karıştım. Bütün köyler yollara dökülmüştü. Konvoyun bir ucunu köyde bırakmıştım, bir ucuna Poşpoş köprüsünde yetiştim. Yol boyunca korkunç bir kalabalıktı gördüğüm. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Belli bir hedefe varmaya ant içmiş bir kalabalıktı bu...

Bir seldi akıp giden. Durmak bilmeyen bir sel... Kalkanca, dürtülmüş bir arı kovanı gibiydi. Toplum polisi yolları tutmuş, kalabalığın şehre girmesini engellemeye çalışıyordu. Ben gitmezden önce bazı olaylar yaşanmış. Halk kızgın. Köprüden geçip polis kordonunu yarıp ilerlemek istiyor. Şehirden bazı haberler geliyor. Yaralılar, tutuklananlar. Korkunç bir görünüm...

Millet dağlara taşlara dökülmüş, yürüyor; "Biz Türk'üz!", diye haykırıyor... Bu ses gidip toplum polisinin miğferlerine, oradan da yönetimin düşüncesiz kafasına çarpıyor sanki...

Bunları yazarken, o günlerde bu “29 Ocak 1988 Olayı” ile ilgili toplamış olduğum bazı belgeler aklıma geliyor. Onlara bir göz atıyorum. Herkesin kükrediği günler. Zarfı açıyorum. Elime ilk geçen, 5 Şubat 1988 tarihli "Gerçek" gazetesi. Şöyle bir başlık var gazetede:

"29 Ocak'ta Batı Trakya Türk'ü Yepyeni Bir Tarih Yazdı/ '29 Ocakta Azınlık hayatı boyunca Türklüğü- Müslümanlığıyla, Vatandaşça ve nihayet insanca yaşamak istediğini gür bir sesle dünyaya haykırdı". Ve Batı Trakya Türk Azınlığı Yüksek Kurulu'nun Yürüyüş kararını aldığı duyurusu... Olayla ilgili hutbeler... Bu arada olay öncesi dağıtılan bir bildiriyi de saklamışım. "Yürüyün!" diye başlıyor bildiri ve devam ediyor:

“Bugün milliyetimizi, yarın dinimizi inkâr eden zihniyete hayır. Türk doğduk, Türk öleceğiz...”

 Yürüyüş günü, T.C: Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklama da var:

“Gümülcine'de bugün için tertiplenmiş olan ve Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının Türk olduğunu vurgulamayı amaçlayan gösterinin Yunan makamlarınca yasaklanmasını takiben, Batı Trakya'nın çeşitli merkezlerinde soydaşlarımız ile Yunan resmi görevlileri arasında cereyan eden müessif olayları üzüntü ve endişe ile karşıladık..."

O günlerde bu işin başını çekenler elbette Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği üyesi olan Türkiye Öğretmen Okulu mezunu arkadaşlar. Olayların içinde bulunduğum için söylüyorum. Eğer bu arkadaşlar işin üzerine ciddiyetle gitmeseler ve bazı politikacıların olayı yumuşatma ya da yavaşlatma hareketlerine göz yumsalardı, bu olay çok basit bir şekilde yatıştırılabilir; ya da çok daha küçük çapta, etkisiz bir yürüyüş olabilirdi...

O günlerde yaşadıklarımızı düşünüyorum şimdi. Bulgaristan'da yaşananlar acı bir örnek... Hatta Türkiye basınındaki bazı yazarlar bile olayın üstüne varmak istemiyorlar. Batı, zaten ses çıkarmaz...

Peki, ne olacak şimdi? Bazı gençler yanıma sokulup, biraz da şaşkınlık içinde;

"Yahu, hocam, peki şimdi ne olacak? Ne yapacağız, diye çaresizlik işareti veren sorular soruyorlar...

Ve o günlerde bazı arkadaşlarla bu konu üzerinde ne yapılması gerekir diye planlar kurduğumuz günleri düşünüyorum. Hemen her yerde bu konu üzerinde düşünenlerin, kafa yoranların varlığından haberdarız. O günlerde Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği'nin bir yayın organı da yok. Bu, büyük bir eksiklik o günlerde. Hiç olmazsa bir "Bülten" çıkarılmalı... Sanıyorum, yönetimdeki bir meslektaşın olayın üstüne varmasıyla Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği bir bülten çıkarıyor. Ve A. Kartaltepe takma adıyla bu konu ile ilgili olarak bir dörtlüğüm, bültenin dış kapağında yer alıyor:

“Türk'üz Batı Trakya'da Türk yok, diyorlar.

Türk'üz, Müslüman’ız.

Ne dost üzülsün, ne düşman sevinsin,

Tarih durdukça biz varız.”

Şimdi öyle hamasi bir yazı yazar mıyım? Ama o günlerde böyle bir yazı yazmak gerekiyordu. Olaylar öyle vahim bir noktaya gelmişti ki, ben böyle bir yazı yazıyordum işte...

Düşünsenize: Koskoca bir Başbakan, bir Papandreu Bulgaristan'a gidiyor, Bulgaristan’ın oradaki Türklere uyguladığı o korkunç eritme politikasını burada, bizlere uygulamaya çalışıyor...

Ve dün, sana Türk gözüyle bakan, her yeri geldik te "Siz Türkler" diye söz eden tanıdık Yunanlılar bile "Siz Elen Müslümanları" demeyi kendilerine milli bir görev biliyorlar...

Böyle bir hava içinde, benden nasıl bir yazı beklenebilir, Allah aşkına!

Rahmi ALİ

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN