Mümin TOPÇU

En sonunda polis eşliğinde kongre düzenledik ama onu bile beceremedik

Mümin TOPÇU

Beklenen gün geldi çattı.

Sabah Bursa'nın sokak ve caddeleri kar doluydu; ama hava güneşliydi.

Bindiğim metro, Alibey Çirftliği'ne doğru yavaşça süzülürken, güneş ışınları sanki gözlerimi öpüyor ve kamaştırıyordu. Bu beni bayağı neşelendirdi ve pozitif düşüncelerle Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'ne doğru yol aldık.

Göçmen kurultaylarına genelde ailecek gideriz, salona yaklaşınca dışardaki polis kalabalığını ve polis arabalarını görünce hayat arkadaşım, "Bugün burada olaylar çıkacaktır, ben eve dönüyorum!" demesin mi. Neyse ki, zor bela kendisini ikna edebildim...

Evet, bugün Merinos Parkı polis kaynıyordu. Ne yalan söyleyeyim, göçmen etkinliklerinde genelde güvenlik güçlerinin temsilcilerini görmeye hiç alışık değiliz; çünkü bizim bulunduğumuz ortamlarda hiçbir nahoş olay meydana gelmezdi...

Ama bugün önyargılarım beni çok fena yanılttı.

Karşımdaki göçmen camiası temsilcileri basbayağı hırçınlaşmıştı ve üç ayrı kampa bölünmüşlerdi.

Her grupta yer alan aday sempatizanları, kendi adayını adeta artık seçilmiş bir başkan olarak görüyorlardı; fakat bu ancak kongredeki oylamadan sonra belirlenecekti.

Herkes, bir nevi suya girmeden paçaları sıvamıştı...

Ne yazık ki, 5 saat sürmesine rağmen, kongre yarıda kesildi ve ertelendi.

Böylece salonu hınca hınç dolduran 2000'e yakın kişi büyük bir hüsrana uğradı ve pazar günleri adeta zehir edilmiş oldu.

Salon bayağı karıştı. Uzun yıllık bir gazetecilik tecrübem olmasına rağmen, ben ilk defa bu denli kargaşa ve kavga dolu bir etkinlik görüyordum.

Polislerin tavrı sert oldu mu diye sorabilirsiniz. Hayır, aslında polislik bir durum hiç yaşanmadı, kimsenin burnu bile kanamadı; fakat güvenlik görevlileri bir çok defa birbirine yüksek sesle bağıran çağıran ve horozlanan delegeleri kibarca uyaramaya ve ayırmaya gayret gösterdiler.

Buradan Bursa Emniyet Müdürü'ne ayrıca camiamız adına teşekkür ediyorum...

En sonunda polis eşliğinde kongre düzenledik; ama onu bile beceremedik.

Kavganın ana nedeni bir türlü ardı kesilmeyen şu 640 yeni üye meselesiydi.

Yasal bir süreçte ve yasal bir şekilde derneğe üye yapılan bu kişiler; aidatlarını ödemişti, defterlere isimleri yazılmıştı, kongreye resmen davet edilmişlerdi; fakat bu durum belli ki birilerini haddinden fazla rahatsız etmişti ve şimdi yeniden var gücüyle kongre sürecini baltalamaya çalışıyorlardı.

Bugün kongreyi yarıda kesmeyi başardılar, yarın mutlaka karşımıza başka bir numara ile çıkacaklardır...

Kongre süreci için artık haddinden fazla yazıldı çizildi; bugünkü kavgalı ortam yine medyada epey zaman yer alacaktır; fakat şimdiye kadar kimse bazı önemli saydığım hususlara hiç odaklanmadı.

Kimsecikler Bal-Göç Başkanı Veli Öztürk'ün mahkemeden kayyum istemesinin ana sebebini öğrenmeye zahmet bile etmedi.

Halbuki, yönetim kurulundaki çoğunluk kongre kararı almayı boykot etmişti ve erteleme eğiliminde bulunmuştu.

İşte bu çarpık durum karşısında, derneğin ceza almasından ve kapatılma ihtimalinden dolayı resmen yargıya başvurulmuştu.

Veli Ağabey, bu müracaatı yapmamış olsaydı, bugün Bal-Göç Derneği kapatılmış olabilirdi.

Genel başkan günah keçisi olarak değil, ileride eli öpülecek saygın bir dernekçi olarak anılacaktır...

Son dönemde, hem de birden bire, yönetim kurulu üyeleri arasında oluşturulan yeni çoğunluk nasıl sağlandı ve 3-4 yıldır derneğin asıl işlerini götüren grup ise nasıl azınlıkta ve çaresiz bırakıldı?  

Uzun zamandır yönetimdeki birkaç üye toplantılara katılmıyordu; ama kongrede yeniden görev alma hesabı yapmayı ise ihmal etmiyorlardı.

İlginç ve vahim bir durum, hem 3-4 yıl boyunca dernekteki asli görevlerini boykot edercesine uzak duracaksın, hem de sona yaklaşıldığında bir anda aktifleşeceksin ve hatta söz sahibi bile olacaksın...

Artık yönetim kurulu üyeleri arasında olanlar olmuş; fakat bugün sıradan dernek üyelerini kimse aldatıp birer enayi yerine koyamadı.

Onlar topyekun ayağa kalktılar, kenetlenip "Yuh!" çektiler, "İstifa!" diye nara attılar...

Kongre esnasında bende ise hiç neşe meşe kalmadı, metroya atladığımda dışarıda yine kar serpiştiriyordu, soğuk çıkmıştı.

Kırcaali'den Nahit Doğu ve Georgi Kulov, hiç durduraksızın beni canlı yayına bağlamak için telefonumu çaldırıyorlardı. Hemen cihazımı kapattım, ne anlatayım ki ben onlara...

Yazarın Diğer Yazıları