Islık çalan oklar, rüzgârdan hızlı atlar ve ırkçılığı ne paklar... - Mümin TOPÇU

Islık çalan oklar, rüzgârdan hızlı atlar ve ırkçılığı ne paklar...


Eski Çağ Türk fobisinin ne denli büyük olduğunu tarih kitaplarından öğrenmekteyiz.

İlk önce Anadolu' ya Türklerin yerleşmesi, daha sonra çok sayıda Haçlı Seferi'ni bizim adeta telef etmemiz, o dönemin Avrupa'sında büyük yankı ve korku yaratıyor.

Anadolu’ya ilk Türk akınının Çağrı Bey tarafından 1018’de gerçekleştirildiği rivayetini kabul edersek, demek ki, Türklerin Anadolu’ya gelişinin 1000. yılını yaşıyoruz.

İşte bundandır, Avrupalının bin yıldır bir türlü bitmek bilmeyen kin ve nefreti...

Eskiden atalarımız konargöçer hayat sürdürüyorlarmış; bir de cümle aleme cesur ve savaşçı karakteriyle nam salmışlar.

Tarihte bilinen ilk Türk hükümdarı Büyük Hun İmparatoru Mete (Mo-tun) Han’ın ıslık çalan okları, rüzgârdan hızlı atları ve askeri alanda getirdiği yenilikleri de bilinmekte.

Böylece bir kere adımız barbara çıkmıştır...

Osmanlıların, Balkanlar'ı fethetmesi ve meşhur Viyana kuşatması da birer tarihi gerçek.

Ama ünlü tarihçilerimizin eserlerinde bir de şöyle bir tasvir var: " Avrupa'da Osmanlılara karşı büyük bir korku vardı; fakat kaynaklara yansıdığı kadarıyla savaşlarda yaşlılara, kadınlara, çocuklara dokunulmaması, yaralı askerlere düşman dahi olsa el uzatılması, mağlup olan tarafın cesetlerini toplamasına izin verilmesi gibi örnekler Türklerde hatırı sayılır bir savaş ahlâkının varlığını ortaya koyuyor. Sefer güzergâhındaki bir bahçeden meyve alan askerin bedelini ödemesi, savaş harici dönemlerde kahramanların birbirini ziyaret etmesi gibi örnekler de bu bakışın bir sonucu..."

Balkanlar'a kısa bir göz attığımızda, Osmanlının o topraklardan çekilmesinden koskoca bir asır geçmesine rağmen, günümüzde bile şekil değiştiren şiddetli bir Antitürkizm'den rahatlıkla bahsedebiliriz.

Bulgaristan'daki Türkler, Türk ve Türkiye karşıtlığını açık veya gizli şekilde, her neredeyse her gün görmekte.

Halbuki, bizler çoktan at üstünde, kılıç sallayan bir toplum değiliz ve Bulgaristan'ı sever, sayarız.

Sonuçta memleketimizdir. Sandıklarımızda hala dedelerimizin tapularını muhafaza etmekteyiz...

Tek dileğimiz; devletin güçlü olması, halkının refah içinde yaşamasıdır.

Bu toprakları terk etmeye zorlanan göçmen kardeşlerimiz, bugün gidip baba ocaklarını onarmakta, verimli ovalara ve yamaçlara kiraz fidanları dikmekte.

Eski göçmenler bile vatandaşlık edinmek için yollara koyuldular.

Asırlar boyunca, Bulgar halkı ile beraber ve sulh içinde yaşamaya zaten alışığız; fakat bazı Bulgarların ırkçı ve faşizan davranışları, Türkler için kabul edilemez bir durum.

Türklere ve Türk kültürüne karşı olan düşmanlık hiç hız kesmedi.

Örneğin son bir asırlık düşmanlığın kökleri Moskova'ya kadar uzanmakta.

Osmanlı - Rus Harbi'nden sonra, Bulgaristan'ın gerçeklerle asla uyuşmayan, Türklere ve Türkiye'ye karşı düşmanlık, ırkçılık ve nefret olarak tanımlanabilecek bir tarihi yazıldı. Aynı yönde köhne bir edebiyat ve kültür oluşturuldu. Farklı nesillere  durmadan kin ve nefret aşılandı...

Günümüzde, Bulgaristan medyalarının Türklerle ve Türkiye ile ilgili her paylaştığı yazının altındaki okuyucu yorumlarını incelediğimizde, bunların yarısından fazlasının ırkçılık ve nefret saçtığını görmekteyiz...

Bulgaristan, bir türlü Türk fobisinden kurtulamadı.

Anayasaya göre, ükede yaşayan Türkler eşit vatandaşlık haklarına sahiptirler.

Buna rağmen, Bulgaristan'daki Türk toplumundan açık bir pozitivizmle bahsetmek bile, Türk milliyetçisi damgasını yemek için yeterli sayılmakta...

Bu yazı, bazı çevreler tarafından mutlaka bu yönde yorumlanacaktır; fakat şahsen ben ne bir aşırı Türk milliyetçisiyim, ne de bir Bulgar düşmanıyım. 

Eski ve yaşlı bir gazeteciyim. Bunca yıldır Türkiye'de yaşıyorum, tamamen bağımsız bir gazeteyi yönetmeme rağmen, yazdığım tek bir satırda, Bulgaristan devletini ve halkını rencide etmedim. Buna müsaade de etmem! 

Oradaki mevcut statükoya, mafyaya ve oligarşiye karşı ise hep sert bir duruş sergiledim...

Bulgaristan'daki Türklerden korkmayınız!

Benim tanıdığım en güzel, en dürüst ve en çalışkan insanlardır onlar.

Bir de memleket özlemiyle yanıp tutuşan göçmenleri unutmuyoruz...

Bütün bunlara rağmen, ülkede Türklere karşı tam bir güvensizlik hakim.

Birkaç bariz örnekle, bu yazıyı noktalayalım.

- 1986 yılında, başkent Sofya'da görülen bazı siyasi davaları takip etme fırsatım oldu, ağabeyim de yargılanıyordu.  Davalarda tercüman olarak bir Roman asıllının angaje edilmesi beni çok şaşırtmıştı, kendisine güven tamdı...

- 89' Baharı'ndan sonra ortaya çıkan Türk Ulusal Hareketini bir Pomak yönetiyordu...

- Keza, Türk partisini de bir Roman üstlenmişti...

- Başmüftümüz bile Pomak asıllı bir kardeşimiz oldu...

- Bulgaristan'daki Tür toplumunun resmi tarihini ve kültürünü bir tek Bulgarlar yazabilir, sadece onlar "konuya tamamen hakimdirler." Türkler, kaale bile alınmıyor...

- Şumnulu genç Türk kardeşim, sen milletvekili mi olmak istiyorsun? 

Şimdi hemen adliyeye koş ve Türk ismini Bulgar ismiyle değiştir. Derhal seçilirsin, hatta tezelden avrodeputat bile olursun. Bu yönde örnekler mevcut...

- Kırcaali' de bir dangalak Bulgar, başında siyah bandana ile, 1989 yılının sonunda, Kırcaali parklarında adeta Türk avına çıkmıştı. Türklerin isimleri geri iade edilmesin diye, adeta yel değirmenleri ile savaşıyordu; ama artık biraz geç kalınmıştı.

O dönemde, bu ırkçı Bulgarları bizim üzerimize tanıdık birileri sürmüştü. Ne de olsa işledikleri suçlar ve kabahatler bir şekilde örtbas edilmeliydi...

Aşırı Bulgar milliyetçileri, kültür evinin önündeki meydana kaya yığınları oluşturmuşlardı. Güya Türklerin kafalarını, bu taşlarla ezeceklerdi... 

O yaz, on binlerce öz be öz Türk kardeşimiz Bulgaristan'ı temelli terk etti; kimisi ana vatana göç  etti, kimisi Kanada'ya...

Bahsettiğim o siyah bandanalı kim oluyor, biliyor musunuz?

Her fırsatta imam ve belediye başkanı ile beraber sürekli Türk kahvesi içen Papaz efendi.

Madem ki, bunca bir hoşgörü sahibidir kendisi, o zaman neden saat kulesinden her saat başı çalan o ırkçı marşlarına karşı hiç isyan etmiyor?

Müftü efendi ve belediye başkanı ne güne duruyorlar...

Gerçek hoşgörü, bu mudur?

 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI