Mümin TOPÇU

Hayali dağlar yaratan lüzumsuzlar takımı

Mümin TOPÇU

Uzun yıllardır, Bulgaristan'daki Türklerin ve aynı toplumun Türkiye'deki göçmen kitlesinin bütün dertlerini, sıkıntılarını, kederlerini ve üzüntülerini, kendimize dert edinip elimizden geldiği kadarı bunları okuyucularımızın önünde açıkça dillendirmeye gayret gösteriyoruz.
 
Biraz kalıplaşmış sözcüklerle giriş yaptık; fakat bir sorunun veya durumun, geniş okuyucu kitleleri önünde çarpıcı bir şekildeki anlatımın tek görevi yanlıştan doğruyu ayırt etmektir.
 
Son yıllarda ilgi alanımızın yoğunlaştığı ana husus, aramızda bir çok şahsın ve kurum yöneticisinin, “yanlışa doğru, doğruya yanlış” demesidir.
 
Galiba, karşı karşıya kaldığımız bütün toplumsal olumsuzluklar da bundan kaynaklanmakta.
 
Umarız son günlerde Bulgaristan'daki ulusal mecliste çıkan kavgaları yakından izlemektesiniz veya bazı öncü göçmen derneklerindeki olumsuzluklardan haberdarsınızdır...
 
Bunca açık seçik ve sefil gerçeğe rağmen, nasıl oluyorsa yine de aldatmaya ve aldanmaya devam ediyoruz.
 
İşin ilginç tarafı da, herkesi aldattığımızı ve kendimizin de aldandığını asla kabullenmiyoruz...
 
Aldatmak ve yoldan çıkarmak bizim hiç şanımıza ve gururumuza yakışır mı?
 
Kendimizi birer İblis'e, yani düpedüz şeytan kılığına sokmaya rıza gösteriyoruz; ah, birazcık da doğru dürüst insan olmaya gayret gösterebilsek...
 
Doğrulara açıkça doğru demeliyiz, yanlışlara ise yanlış. Olay bu kadar basit ve net. Gerisi boş iştir...
 
Doğrularla yanlışları karıştırmaya devam ettiğimiz müddetçe, bizim sırtımız yerlerde sürünür, hiç bir zaman başarıyı yakalayamayız, her zaman yeniliriz ve zayıf kalırız...
 
Bizleri bu duruma bir takım "şeytani güçler" sürükledi. Bunların kimliklerini iyi bilmemize rağmen, hala önlerinde boyun eğmekteyiz, enselerini sıvazlamaktayız...
 
Bizim toplumun bireyleri, şu an dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda, bazen burnumuzun dibindeki, bazen de kilometrelerce ötelerdeki yanlışları bilmememizin sorumluluğunu da bizzat kendimizde aramalıyız.
 
Bizlere  kötülük yapanları kahramanlaştırmayı bırakıp, onları derhal sırt üstü ve tek başına bırakmalıyız...
 
”Hak ve Özgürlükler“, Demokrasi", Birlik ve Beraberlik", Düşünce Özgürlüğü” , “İnsan Hakları”, “Saygı” ve “Hoşgörü” gibi kavramları durmadan sadece yüksek kürsülerden sarf etmekteyiz; bu sözcüklerin içeriği ise tamamen boş kalıyor ve hiç bir zaman doldurulmuyor.
 
Halkın önüne çıktığımızda ise, fiyakamızdan ve cakamızdan adeta yanımızdan geçilmemekte.
 
Sanki sadece karşıda duran dağları değil de, bütün dünyayı bizler yaratmışız edasıyla göğüsümüzü vurmaktayız...
 
Aslında bizim şu hayali dağlar yaratanlar, beyinsizler ve lüzümsuzlar takımı oluşturmuyor mu?
 
İnsanımızı hiç düşünmeyenlere; onun derdini dert edinmeyenlere; etrafımızdaki yığınla soruna çözüm arama gayretinde bulunmayanlara, başka ne gibi bir sıfat kullanabiliriz biz?
 
Bizler "aldatılmış ve aldanmış çoğunluklar zümresi" olarak, bir avuç içi kadar "marjinal seçilmişler zümresi" tayfasını denizde boğmayıp da başka ne yapalım ki...

Yazarın Diğer Yazıları