
Karaman Türklerinin konduğu köy
Mehmet ALEV
Haskova iline bağlı Karamanlar ( Караманци )köyü, Osmanlı döneminde iki adı ile meşhurdur: Karamanlar ve Uludere. Vergi defterlerine göre, 1783 yılından beri kaydı vardır. 1934 yılında, Başbakan Kimon Georgiev’in hükümeti, tüm Türkçe yer adlarını, Bulgarca olarak değiştirir.
Köyün kuruluşu büyük ihtimal, 1466-1970-li yıllarında, Fatih Sultan Mehmet'in Karaman Beyliği'ni dağıtması, halkının bir kısmını Balkanlar’a zorunlu olarak sürmesi ile açıklanır. Gücünü ve beyliğini yitirmiş Türkmen boylarının bir kısmı, ta Rodoplar'da soluğunu almış, bu topraklarda mekan tutmuştur.
Karamanlar halkı, böylelikle geçit bir yere, yol üstüne konar. Ulu dere, hemen köyün yanından geçerek, ta Hasköy, Harmanlı, Edirne’ye gider. Bazı hatıralara göre, bu, Doğu Türkistan, Hindistan’dan gelen İpek Yolu'nun ta kendisidir...
Karamanlar köyü ve çevresini, tarihin seyri içinde ele aldığımızda, burasını Osmanlı İmparatorluğu'nda vuku bulan hadiselerden, gelişmelerden uzak tutamayız. Hele de, yukarıda da belirttiğimiz gibi, İmparatorluk bir çok nedenler sonucu zayıflamağa, inişe geçmeğe başlayınca, yerel beyler, ayanlar, eşkiyalar güç toplamağa başlarlar. Bu da Üçüncü Selim zamanında en belirli bir şekilde ortaya çıkar (1789-1807).
Bu yörede en seçkin eşkiya başı Emin Ağa’dır. Yerli ahaliye yıllar boyu kan ağlatmıştır. Hırsızlık, baskın ve gasplar sayesinde elde ettiği zenginliklerle yüzlerce kişilik ordu yetiştirir. Çetesinde her milletten eşkiya bulundurur. Türk, Bulgar, Arnavut vb.
Bu eşkiya baskınlarından bir süre sonra (1921-1925 yıllarında) bu bölgede Mitü Ganev de boy gösterir. Resmi kaynaklara göre o da bir eşkiyadır. Batı Trakya’da yaşayan Yunan halkına sık sık saldırılarda bulunmuştur. Kimilerine göre, bu şahıs kurtarıcı, fakir fukara yanlısı gösterilse de, güçsüzlere zulüm etmekten kendini alamaz. Nasıl ki, Karamanlılar hala onun köy korucusu Abbas’ı nasıl kurşunladığını belleklerden silemezler. Abbas, Kör Tahir’in babasıdır. Korucu, Kaplan Sırtı'nda can verir. Mezarı da buradadır.
22.06.1925 tarihinde Bulgar askeri tarafından Mitü Ganev’in çetesi yok edilmiştir. Yanbolu bölgesinde, ağır bir savaş arasında öldürülmüştür.
Osmanlı döneminde ve geçen asrın 50-60’lı yıllarına dek hanları, açık misafir odaları da varmış. Hele Koca Sülü'nün han kapıları gece gündüz, yolcuya, misafire, eşi dosta ardına kadar açıktır. Müslümanı, Hristiyanı, Yahudisi, bir sözle bu yerlere yolu düşen ne aç, ne de açıkta kalırmış. Koca Sülü (her halde Süleyman isminden gelir), öylesine rastgele bir adam da değil, Balkan Savaşı gazisi, günümüzde yaşayan Durhan hemşiremizin babasıdır.
1878 ile 1912 yılları arası, köy yanından geçen Uludere hudut görevini de üstlenir..
Göçler, Türk köylerini boşaltmış, kimi Bulgarlar, bunu fırsat bilerek yıllar boyu Türklerin el emeği, göz nuru ile kazandığı malı mülkü gasp ederler. Bu mallar evdir, tarladır, sabandır, kazandır, kap kaçaktır. Örneğin: Bu gibi yağmacılık hadiseleri, İspalar, Alibey, Karaağaç vb köylerdeki Türkler, bu acı kaderi yaşamışlardır.
1912 yılına kadar köy, Osmanlı topraklarında kalmıştır ve etraftaki Türk köyleri, karşı yakadaki Kızıklı halkı Karamanlar’a göçmüştür. (Yaşlı Şabanali Şakir’in dedeleri Kızıklı’lıdır.)
Mаhalleleri:
Köy, oldukça gelişmiş ve sağlam temeller üzerine oturtturulmuştur. Bunu da yedi-sekiz mahallede yaşayan halk en iyi ifade etmektedir. Bazıları buraya ilk konanların adlarını taşıyor: Ahmetağa mahallesi, Altıparmak mahalle. Diğerleri de çalışma alanlarını, yöresel özellikleri, geçmişten kalan olayları yansıtıyor: Alaz mahalle, Çam yanı mahallesi, Çiftlik mahallesi, Doruküstü mahallesi, Kirez mahalle, Oda yanı mahallesi vs.
Uludere:
Bu tarihi akar su, kendi adını öylesine, bir ad olsun diye kazanmamıştır. Köprüden geçerken sulara gelişigüzel bir bakış fırlattınız, diyelim. Dere, çalılıklar, söğüt ve kavak ağaçlarının gölgesinde şırıl şırıl akıp gider. Ama her zaman böyle mi olmuştur?
Eskiden, hatta günümüzde de, yağmurlu zamanlarda bu uslu ırmağın suları öylesine taşkınlık gösterirler ki, adeta bu çıldırmış suları kıyılar dahi zapt edemez. Çoğu kez yerli halkın malını, alet ve edevatını önüne takar gider. Köprüleri de affetmediği sıkça görülmüştür. Böylesine o ululuğu kazanmış, hak etmiştir.. Bu su, resmi kaynaklara göre, haritalarda Harmanlı’ya ulaşınca ” Harmanlı deresi” olur.
Bunca değirmenin taşlarını da Uludere çevirir. Karamanlar’a ait değirmen de vardır: Solakların, Kocasülülerin ve Bulgar Goga’nın değirmenleri. Onlar da geçen asrın 50-li yıllarına kadar çalıştırılmış, halka hizmet vermişlerdir.
Köylünün malı, mülkü kooperatifleşme sürecinde elinden alınmış ve geçim kaynakları değişmiştir. Bağ-bahçe, tarla-çayır, öküz-at, koyun-keçi tümü komünist diktesi ile, halkın kendi, asırlar boyu geçimini sağlayan kaynaklar bir araya toplanarak, buna da “kooperatifleşme” denmiştir...
Bu arada Eriklidere de köyün deresi sayılır. Geçen yılların acısını getiren dere belki uzun zaman unutulmayacaktır.
Bundan birkaç ay önce, köye taziyeye gelen dört kişilik bir aile, köprüyü su alınca, onları da dere suları önlerine katacak ve kurban edecektir. Genç, çocuklu bir aile kurban gider.
Dahası var, dere sularının çılgınlığını çelmek için bir baraj yapılır. 1959 yılında, baraj da azgın sulara yenik düşer...
Yer adları:
Asar tepe – bu yerde eski kalıntılar bulunmaktadır. Аnlattıklarına göre, Cenevizlere ait (Roma döneminde) bir kale imiş.* (Devletin resmi tarihçileri, her bir eski kalıntıya “Roma” veya “Bizans” mührünü vurarak, hemen hemen tüm Osmanlı veya Türklere ait kalıntıları kayıtlardan silmeyi kendilerine görev bilmişlerdir. 137 yıldan beri Türk halkı, bu tür uyduruk tarihlerden başka bir bilgi alamamıştır.) Köyün yüksekliğinde bulunduğu için, Osmanlı yönetimi de onu bir askeri kışla olarak kullanmıştır.
Kayrak – eskiden köy burada kurulmuş. Bir kırım hastalığı vuku bulmuş ve köylü de bu yeri terk etmek zorunda kalmış. (Her halde bu 16. asrın veba hastalığıdır. Onun sebebinden çok köyler yerlerini değiştirmiştir. Kimi tepe altı, kimi tepe üstü, bazıları da dereyi aşmak zorunda kalmıştır.) Burada eski köyün mezarlığı mevcutmuş. Kooperatifin yöneticileri, güya ahaliye toprak kazandırmak için mezarlığı sürdürmüşler...
Bu yerde kaç asır yaşamışlar ve bugünkü yere yerleşmişler?
„Kayrak,” adı üstünde, köyün batısında bulunur, topraksız, verimsiz, ağaçsız bir yerdir.
Bellik (Ballık) tepe – tarihi bir yerdir. 1912 Balkan Savaşı'nda, Bellik, Asar ve Kayrak tepeleri üstünde köyün üç cesur genci karşıdan gelen Bulgar ordusuna mevzilenirler.
Kaba ağaç - bol bir meşelik ormanı ve çayırlar. Ağaçların budakları o kadar sık ve yakın bir birine imiş ki, insanlar ağaçtan ağaca, budaktan budağa gezerlermiş. Günümüzde her yıl, 10 Mayıs günü halk bir araya toplanır ve totaliter rejimin ad değiştirme sürecine karşı koyanlar anılır. Bu köyün bir nevi bayramıdır On Mayıs. Konu komşu toplanır, yurt içi ve yurt dışı konuklar da köylünün yıllarca yaşadığı acılar, baskılar unutulmaz, paylaşılır...
Tavşan tepe – bazı avcıların anlattıklarına göre tavşanlar hep bu yönü tutarlarmış ve canlarını da bu yolla kurtarırlarmış.
Cami korusu - Kızıklı dere içinde eskiden bir cami varmış. Etraf köylerin müminleri Cuma namazlarını burada kılıyor, dertlerini, sorunlarını paylaşıyor, dopdolu bir gün yaşıyorlarmış. Yıllar önce bu ibadet yeri yıkılmış ve yakın zamana kadar kalıntıları da belliymiş.
Uçma dere. Bunun hemen yakınında kömür madeni kuyusu bulunuyormuş.
Yılanlı bük. Bu yer yılanların adeta saltanat kurduğu bir yuvadır.
Tarlalar:
Karamanlıların çok tarlaları vardır. Geçmişte halkın geçim kaynağı, aşını işini sağlarlarmış. Bazıları adları ile kendi tarihini, geçmişini anlatmaktadır:
Buzağılık. Mezarlığa varmadan, bu mıntıkada Türk askerinin kulesi varmış.
Ne yazık ki, ana toprağımız giderek yıllar önceki dönemlerde taşımış olduğu değerleri her geçen gün yitirmektedir. Artık çocuklarımız bir zamanlarda olduğu gibi çayırlara, çimenlere kuzuları götürmüyor, babalar o tarla senin, bu tarla benim çift çubuk koşmuyor, bağ bahçe erozyonlara teslim edilmiştir.
Bir gün hiç farkına varmadan başına varmadığımız, bir şeyler ekmediğimiz, dikenden çalıdan temizlemediğimiz tarlanın adını da unutup gideceğiz. Ve kimler onların o tarihi adlarını hatırlayacaktır: Yoğurtluk, Karaman, Kavaklık, Buzağılık, Örenlik, Asaraltı, Geren tarlaları ve çayırları, Gerdeme, Kışla tarla, Sancı yurtluk, Ortak tarla, Zal tarla, Dibi yol tarla vb.
Sülaleler:
Köyleri kaleme aldığımız monografilerde sülale veya soy adları gayet önemli yer işgal ederler. Sülale ve soy adlarının çıkış nedenleri, bir araştırmacıya zengin malumat sunarlar. Her şeyden önce bu adlarda bir sülalenin tarihi gizlidir. Örneğin „Kara kirezler” sülalesini göz önümüze aldığımızda, bu sülalenin bir başka yerden Karamanlar’a geldiğini görüyoruz. Bir de şu “Altıparmaklar'ı" ele alalım. Mantığımız hemen bizi bu sülalenin başının beş değil, altı parmaklı biri olduğu düşüncesine sevk eder. Bundan başka Bursa’da koskocaman Altıparmak caddesi bulunur... Kavgacılar, Güreşçiler soy adlarında da ilginç nüanslar, ayrıntılar yakalıyoruz...
Altıparmaklar, Çavuşoğulları, Dağlıferatoğulları, Emurlaçavuşlar, Hacıosmanoğulları, Hacıyusuflar, Hartoğulları, Güreşçiler, Gülmehmetler, Karakirezler, Karamustafalar, Karayusuflar, Kavgacılar, Kazoğulları, Neşet ağlar, Macirler, vb.
Tarihin acıları:
Her köyün tarihinde yaşam acıları var. Bu acılar, kimi savaşlardan, kimi hastalıklardan, kimi vakitsiz ölümlerden, kimi de göçlerden kaynaklanır. Bulgaristan Türkleri, 1878-den ta 1989 dek yedi-sekiz resmi göçün acımasız koşullarına katlanmıştır. Bu göçlerde bir hayli insanımız, “kendimi, çocuklarımı kurtardım” düşüncesiyle, malını mülkünü heba ederek Edirne’ye, Anadolu’ya geçmeyi başarır. Öte yandan geri dönenler olmuşsa da bir önceki koşullarını hiç bir şekilde elde edememişlerdir.
Bu acıları ne kalem, ne anıt, ne de fırça çizebilmiştir.
Türk insanına şu bitmez tükenmez göçlerinin acıları yetmiyormuş gibi, bir de, totaliter rejimde “ismini, dilini, dinini değiştireceksin”! dayatması ile karşılaşacaktır.
Baskının bu türünü, böylesine bir soysuzluk, aşağılık hiç bir ırk ne yaşamış, ne de görmüştür. Azılı rejim sadece ayaktaki Türklerle, Müslümanlarla uğraşmaz. Onu, bizimle ilgili her şey rahatsız eder. 1970/1980-li yıllarında birçok Türk köylerinin mezarlarındaki taşlar kırıldı, kitabe ihtiva edenler bir yerlerde parçalandı, yok edildi. Bu baskının başlangıcına önümüzdeki satırlarda ayrıntılarıyla yer vereceğiz.
Totaliter rejimin adamları, Karamanlar köyünde mezar taşlarını traktörcü Şaban'a yıktırdı, kırdırdı...
Totaliter rejim, Bulgaristan Türklerini yıllarca baltallayıp ezdikten sonra, en nihayet acımasızca sözüm ona “soya dönüş” sürecini uygular.
İlk kıvılcımlar 10.05.1984 yılında, bu köyde alevlenir. Sinema salonu hınca hınç dolu. Rejimin uydurma politikasını, Salif İlyaz (A. Kolev) anlatmaya başlar. Başlar amma bu köylü yalana kanmaz. Derhal göğüs gerir, elektrikler kesilir, hücuma yönelir. S. İlyaz, avlu içinde zor bela muhtarlığa kaçırılır. Haskova polisi hemen alarm sinyali alır. Sokaklarda sabaha dek devriye gezer. Günlerce ifadeler alınır. Polisler, “şüphelileri” alıp götürürler, alıp getirirler, sorgu yağmuru birbirini takip eder. Dişler her tarafta sımsıkı kenetlidir. Masun halkın içinde kin yoğrulur da yoğrulur. Alacığını alır polis. Diğer etraf köyün sesi çıkmasın diye, yedi kişiyi Pazarcık cezaevine tıkarlar. Bununla yetinmezler. Remzi, Nuri, Fehim, Ömer, Ramadan, Aptulla ve Halilibrahim kardeşleri Belene ölüm kampına sürerler. Bu olayı yazar Mehmet Türker, şöyle dile getirir: „Bir akşam Haskova’nın Karamanlar köyünden Aptulla ağabeyle ceza hücresine atıldık. İçerisi farelerle fıkır fıkır. Kader arkadaşımla uykuya dalmıştık. Bir ara Aptulla ağabey acı acı bağırdı, iri iri fareler parmağını ısırmışlardı, kanıyordu. Sabaha dek farelere nöbet tuttuk...”
Gaziler ve şehitler
Balkan harbi ilan edilince, Türk köyleri panik haline döner. Karamanlar, hemen Bulgaristan sınırına eklidir. Arayı Uludere böler. Rodoplar'ın dağlık bölgelerine sığınmak amacıyla halk yollara düşer. Kısıtlı ihtiyaç eşyalarını ancak yanlarına alabilirler. Sırtındaki elbiselerle yola koyulan gençler, Bakılır köyüne sığınırlar. Nesilden nesile söylentilere göre, köyün ileri gelenleri cami odasında durumu incelerler. Yataktaki hastalar, güçten, kuvvetten mahrum kişiler, beraberlerinde, toplu halde gidemeyeceklerdir. Yaşını başını almışlar da bu kümededir. Bu, son derece üzücü bir haldir. Kara kara düşünceler birbirini kovalar.
Derken birkaç cesur ve yürekli genç, köy içinde kalarak, hasta ve takatsiz ihtiyarların bakımını üstlenirler ve köyü korumaya karar verilir. Üç arkadaş köy yakınlarındaki Asar, Ballık ve Gayrak doruklarında nöbet tutarlar. Arada bir köyde kalan hastaları, güçsüzleri de ziyaret ederler.
Bir gün, Bulgar askeri sınırı geçer, köye yaklaşır. Bu durumu sezen gönüllü nöbetçiler, önceden aldıkları taktik kararı uygularlar. Üç yönden silahlar sesini duyurur. 500-600 metre mesafeden ağır yara alan bir atlı subay yere yığılır. Köyde güçlü Türk birlikleri var zanneden düşman askeri, köye girmeye cesaret edemez. Böylelikle üç yiğit gencin kahramanlığı sayesinde ordu köye giremez...
Birinci Dünya Savaşı’na Karamanlar’dan 26 çiçeği burnunda genç katılmıştır. Bunların 23-ü şehit düşmüş, ancak üçü birer gazi olarak yuvalarına, köye dönebilmişlerdir. Günümüzde bu şahısların adları hatıralardan silinmiştir. Devlet tarafından da anıt dikilmediği için isimleri bilinmiyor. Bu tür gerçeklere hemen hemen tüm Türk köylerinde rastlanmaktadır.
Öte yandan da, asırlar boyu kendi halkını cehaletler çemberinden kurtarmayan Osmanlı iktidarları, onu tarihsiz, anısız kalmasına bir nevi yardımcı olmuştur. Halkın belleğinde hala yaşayan Yemen'de şehit düşen Yusuf Çavuşoğlu, gazi Süleyman Hacıoğulu’dur. Süleyman Hacıoğlu, zor zamanlar için tuttuğu üç beş altın parayı köprü altında bir delikte gizlemiştir.
Yıllar tekerlenir art arda, bu kahraman köyde nice ün yapmış pehlivanlar da yetişir. Kara Sakıp, Sabri pehlivanlar kıspet ile güreş tutanlar arasındadır. Hele 10-15 yıl güreş meydanlarında sırtı yere değmeyen beş pehlivan kardeşlerin güreş tutkusu saygıya değerdir.
Kara kıştan sonra her zaman baharın geleceği bellidir. Totaliter rejim, karlar gibi erimeğe başlar. Öte yandan dünya kamuoyu da tepkisini gösterince, siyasi mahpuslar özgürlüğüne kavuşur. Büyük göç başlar. Bulgaristan - Türkiye arası, göç kervanlarına şahitlik eder. En nihayet totaliter zulüm yıkılır. Demokrasi güneşi doğar.
Emel BALIKÇI
Mehmet ALEV
Not: “Ayı dağ köyleri” isimli kitaptan alıntıdır.