HÜKÜMRANLIK, FERASET VE DEDEMİN EMANETİ... -

HÜKÜMRANLIK, FERASET VE DEDEMİN EMANETİ...


HÜKÜMRANLIK, FERASET VE DEDEMİN EMANETİ...

Balkanlar'ı, Kafkaslar'ı ve Ortadoğu'yu aslında kaybetmedik. Oraları elde tutan biz değil, kültür ve ahlaken yüce bir medeniyetti.

Meseleyi okuma şeklimiz yanlıştır. O büyük coğrafyaya sahip olan topluma "biz" gözüyle bakarsanız o mirası sahiplenirsiniz. Ama o toplum bizden çok farklıydı. Onların toplumsal kalitesi de bizden hayli yukarıda idi. Biz sanki onlarmışız gibi görüyoruz kendimizi.

Bulgaristan'da, Makedonya'da ve Yunanistan'da bir Türkün yaşayışta, ahlak ve insanlık kalitesinde, Yunanlıdan, Makedondan ve Bulgardan çok farkı kalmamışsa, en basiti bir hocanın ifadesi ile "içki masalarında Türkü, Bulgardan ayırt edemiyorsanız", Allah'ın orada hükümranlığı Bulgar yerine Türk'e vermesinin de aslında çok bir esprisi yoktur.

Sadece Tanrı, emanetini geri almıştır gerçekte...

Biz sanki dedelerimizin edindiğinde ve sahiplendiğinde, hakkımız varmış gibi bir hayal dünyasında yaşamaktayız. Dedelerimiz bizden çok farklıydı ve onlara verilmişti emanet. Sonra da doğal olarak o emanet geri alındı...

Mesele illa ki dindarlaşmak değil. Dindarlaşırken kültürleşemiyoruz ve dindarlığın marka değeri de kalmadı. Dindar olarak, kendinizi ifade ederken insanların aklında bu toplum içerisinde aklı başında bir sınıfla beraber akla gelme olanağınız çok zordur. Dindarlığı da, günahı da orantılı yaşayan bir toplum değiliz. Ne Anadolu'da, ne de Balkanlar'da...

Dindarlığın marka değeri kalmadığı için, modernliğin marka değerine yöneliyoruz. Modernliğin ise esasen tam bir markası yoktur ve en yakın marka Batı'nın görünümünü almak oluyor. Modern yaşantı tarzı dendiğinde, alınanlar da sorgulanmadan "bizden uzaklaşıp, diğer yandan eskilerdeki bize öykünüyoruz...

Emanet geri alındı. Buna alışalım. Asla da geri gelmeyecek. Çünkü bozulmuştuk. Hala da düzelmiş değiliz. Düzelmek için ya felaketi, ya esareti, ya da feraseti tadar milletler.

Feraset de konfor içerisinde altın tabakta gelmiyor işte.

Bozulma toplumun tüm katmanlarında söz konusu. Bizler milletçe dünyayı yönetmeye ne kadar talibiz? Ne kadar büyük bir ülke olabiliriz?

Bürokrasinin nimetlerinden yararlanmak, lüks yurt içi ve yurt dışı gezintili eğlenceler, akabinde ki kaçamaklar, tavşanlar gibi çiftleşmeyi, makyajı ve lüks araçları keşfederken, muhafazakar olmayan, ya da bu iddiada olmayanlar ise, bu saydıklarımdan dolayı muhafazakarlığın son kırıntılarından ve tabi dedelerinin kutsallarından da tiksinmeyi başardılar aslında.

Bu da toplumu daha da ayrıştırdı.

Büyümekle şişmek arasındaki yerde, kendimizi de doğru okumamız gerekiyor. Medeniyetimiz büyümüyor. Şişiyor. Cepte, işkembede, binaların boylarında, nüfusen ve milletçe şişiyoruz sadece.

Şişmenin sonrasında ise çıkan altın yumurta olmuyor tabii. Emaneti tekrar almak istiyorsak, emanet ehli olmak gerekiyor.

Meseleyi bu şekilde okumak, boş hayaller peşinde koşanlar için önemli bir adımdır.

YAZIYI PAYLAŞ!