Türkçe konuşarak Orta Avrupa'yı nasıl gezdim? Hristiyan Türkleri ve Yahudi Türkleri nerede buldum?

* Ömer Aga, bizi köydeki evine davet ediyor. Eşi öğretmen. Köydeki evlerin çoğu villa tipi. Her evin bahçesi park gibi. Düzenli ve bakımlı. Ortalıkta tarım aletleri görülmüyor, çünkü onlar kendilerine ait yerlerde. Aklıma birden Türkiye'deki köy evleri geliyor. Aradaki farkı anlamak için görmek lazım. * Romanya sınırından geçerek Başkent Bükreş'e ulaştık. Sıkıcı bir trafiği var. * Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag çok pahalı. Su alkollü içeceklerden daha pahalı. Çek esnafı serbest piyasaya uyumda çağ atlamış.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

Ramazan Bayramı'nda Isparta'da görüştüğüm, daha önce Avrupa seyahatlerini sosyal medyadan takip ettiğim Coğrafya öğretmeni Selvet Altuğ, bu yaz Hristiyan Türklerin yaşadığı Moldova'ya gitmeyi planladığını söyleyince beynimde şimşekler çaktı. Beraber gitmeyi teklif ettim.

Ankara'ya dönüşte eşime ve çocuklara bu geziden söz edince deyim yerindeyse balıklama atladılar. Gezi tarihi yaklaştıkça heyecan artıyordu. Son hafta kimlik, sürücü belgesi ve pasaportumu yeniledim. Yıllık izne ayrıldım. Kırklareli/Lüleburgaz buluşma noktası… Buluşma noktası Lüleburgaz'a diğer arkadaşlardan önce ulaştık çünkü eşimin annesi Lüleburgaz’da yaşıyordu. Bir gün sonra, 14 Temmuz Pazar gecesi Selvet Altuğ ve Türk Riders üyesi, Davraz of-rooads klubü kurucusu Halil Sarıkaya beraberlerinde eşleri ve çocukları ile Lüleburgaz'a geldiler ve bir gece misafir oldular.

Bulgaristan Türklüğünün mücadeleci isimlerinden, yıllarca Todor Jivkov rejiminin zindanlarında hapis yatmış, Bulgaristan'ın kuzeydoğusunda, Deliorman bölgesinde bulunan Şumnu Köklüce (Venets) köyü doğumlu, 1989'da Türkiye'ye sınırdışı edilen İrfan Bozkurt ile irtibata geçiyorum. İletişim kurduğum bir diğer isim de Bulgaristan muhacirlerinden, Misyon Gazetesi'nin sahibi Mümin Topçu. Misyon gazetesinde yazılarım yayınlanmıştı.

Kapıkule'den Bulgaristan'a çıkış… 15 Temmuz sabahı, Edirne Kapıkule'ye hareket ettik. Dört yıl önce Balkan gezisine İpsala sınır kapısından çıkmıştık. Bu sefer Kapıkule'den Türkiye'ye el salladık. Bulgaristan gümrük görevlileri zorluk çıkarmadan kontrollerini tamamladı. Sigara takıntıları vardı ve sadece iki pakete müsaade ediyorlardı.

Evladı Fatihan, eşimin Ata Topraklarında… Bulgaristan'da ilk durağımız Hasköy (Haskova). Hasköy Bulgaristan'ın, Türkiye ile Yunanistan sınırına yakın, 96 000 nüfuslu bir kent. Hasköy'de Orada Türkiye'de iken haberleştiğimiz Bulgaristan Türklerinden Ömer Aga ile buluşuyoruz. Eşim Funda Tunca Çelikdönmez'in merhum babası Süleyman oğlu Lütfü Tunca 1952 muhacirlerinden olduğu için Bulgaristan vatandaşlığına müracaat hakkı var. Ancak babası vefat ettiği için bu işlemler biraz uzun sürebiliyor. Bu nedenle noterden Ömer Agaya vekalet veriyoruz. Ömer Aga bizi köydeki evine davet ediyor. Eşi öğretmen. Köydeki evlerin çoğu villa tipi. Her evin bahçesi park gibi. Düzenli ve bakımlı. Ortalıkta tarım aletleri görülmüyor, çünkü onlar kendilerine ait yerlerde. Aklıma birden Türkiye'deki köy evleri geliyor. Aradaki farkı anlamak için görmek lazım. Çay kahve ikram faslından sonra Kırcaali'ye dümen kırıyoruz. Eşimin dedesinin ve babaannesinin köyü Kuşallar (Komuniga) ile buranın üst bölgesinde bulunan Kara Tarla Köyünün ilerisindeki Bulgarca ismini bilmediğim Yeni Mahalle köyüne varıyoruz. Eşim Hacı Kiriş oğullarından. Akrabalarından Şevket Aga köydeymiş. Hoşbeşten sonra gezi kafilemizi 'Magazin'e davet ediyor. Biz önce magazini gazino gibi eğlence merkezi sanıyoruz. Oysa buralarda bakkala magazin deniliyormuş. Her birimize ikramda bulunuyor. Gözyaşlarıyla vedalaşıyoruz. Akşam karanlığında Kırcaali'deyiz. İlk işimiz otel bakmak oluyor. Gezi grubumuz üç otomobil ve 10 kişiden müteşekkil. Kaldığımız otelin diğer müşterileri Türkiye'ye olimpiyatlarda altın madalyalar kazandıran merhum halterci Naim Süleymanoğlu'nun belgeselini hazırlayan ekip. Çünkü merhum Cep Herkül Naim Süleymanoğlu Bulgaristan Kırcaali Ahatlı köyünde doğmuştu. O nedenle buradalar.

Kırcaali sokaklarında Türkçe konuşmayan yok gibi. Ömer Aga ile Ertesi gün yeniden Hasköy'e geçiyoruz. Ömer Agayı köyünde bizi bekliyor. Köyünün adı Bulgarca Kozlec. Türkçesi Kozluk veya Kozlu olmalı. Köyde Bulgar nüfusta yaşıyor. Türkler Bektaşi olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılıyor. Bektaşiler daha örgütlü. Köyde cami ve kilise var. Ancak papaz ve İmamın toplu ibadetlerin yapıldığı günlerde köye geldikleri söyleniyor. Türkler Türk televizyon kanallarını izliyor. Öğleden sonra Hasköy tepesine çıkıyoruz. Dünyanın en yüksek Kutsal Bakire Meryem Ana heykeli 2003 yılında buraya dikilmiş. 2005 yılında Guinness Dünya Rekorları listesinde yer alan heykel, Polimer betondan yapılmış ve 80 ton ağırlığında. Hasköy'de Ermeni kilisesi dikkatimizi çekiyor. Particilik Bulgaristan Türklerinin en büyük belası. Lütfü Mestan ve Ahmet Demir Doğan taraftarlığı onları bölmüş. Anladım ki dünyanın neresine gidersek gidelim hep aynı sorunlar peşimizi bırakmıyor. Ömer Aga ile vedalaşıp yola koyuluyoruz.

Bir sonraki istikamet Bulgaristan'ın 5. büyük şehri Rusçuk. Tuna Nehri kıyısında kurulu. English House de kalıyoruz. İşletmecisi Bulgar bir bayan. Bulgarların eski bir Türk boyu olduğunda mutabık kalıyoruz. Kaldığımız yerin karşısında küçük bir manav var. Merhaba diyorum. Türk çıkıyor. Biraz muhabbet ediyoruz. Eşinin ve kendisinin Rusçuk imam-hatip lisesi mezunu olduğunu söylüyor. Bir şikâyeti var, Rusçuk İnamhatibe diğer illerden öğrenci gelmesi yasaklanmış. Küçük kızları Türkiye Türkçesiyle çok nezih konuşuyor. Meğer Türk televizyon kanallarını izleyerek öğrenmiş. Küçük kıza şeker babasına Türkiye'den getirdiğim Al Bayrağımızı hediye ediyorum.

Trump'ı sevmeyen Romanyalılar… Fatih'in kellesini kopardığı Kont Drakula… Romanya sınırından geçerek Başkent Bükreş'e ulaştık. Sıkıcı bir trafiği var. Gezi kafilemizin başkanı Servet Altuğ, her birimizi bir otele yerleştirdikten sonra ancak kendine yer bulabiliyor. Daha sonra ben, eşim ve oğullarım keşif gezisine çıkıyoruz. Hemen yakınımızda bulunan Hırvatistan ve Danimarka büyükelçiliklerinin bitişiğindeki kilise dikkatinizi çekiyor. Büyük bir bahçesi var. Kiliseye girmek için yaşlı bir bayandan izin istiyoruz. Tabi ki diyor ve bize yol gösteriyor. Birkaç konuşmadan sonra samimiyet oluşuyor aramızda. İsmi Romanita. Amerika'da yaşıyormuş. Eşi ölmüş. Bir kızı olduğunu öğreniyoruz. Romanita, iyi bir Ortodoks, Romanya Ortodoks Patrikliği İstanbul Fenere değil Moskova ya bağlı. ABD 'de yaşayan Romanita, Trump ı sevmiyor, Türk dostu. Romanita aracımızı park ettiğimiz yeri soruyor. Gösteriyoruz. Güvenli buluyor. Hırsızlara karşı dikkatli olmamızı tembihliyor. Bize en ince ayrıntısına kadar Bükreş şehir merkezini tarif ediyor. Bükreşte yayalar ve sürücüler trafik kurallarına uyuyor. Akşam Bükreşli gençler Tiyatro binası önünde neredeyse kuyruk olmuş. Hemen hemen bütün binaların duvarları grefiti dolu. Bazı meydanlarda seyyar Tuvalet var. İçlerinde su bulunmuyor. Bükreş'te Ermeni Kilisesi ve Lokantası var. Hemen bitişiğinde Moşe KOŞER yazılı lokanta var. Fastfood yaygın. Amerikan tarzı beslenme kültürü baskın. Rum, Grek, Ortodoksların kiliselerinin mimarisi diğerlerinden farklı. Avrupa ülkelerinin şanslı kedileri köpekleri… Sokak köpekleri yok veya ben hiç görmedim. Sahipli köpek sayısı fazla. Sokak kedisi görmedik gibi birşey. Köpekler kimseye hırlamıyor. Evcil hayvan popülasyonu bu şekilde kontrol altında tutulabilir. Goethe ne kadar haklıymış; 'Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa orada yaşayın; çünkü komşularınız güzel insanlardır.'' derken. Sokaklarda araçların ezdiği köpek ve kedi cesetlerine rastlamak mümkün değil. Sezai Karakoç; “Kim verecek kedilere trafik bilgilerini / Ki hayatlarıyla ödemekteler bir yandan öbür yana geçmeyi.” dizelerinde ne güzel belirtmiş bu trajediyi. William Ralph Inge boşuna dememiş; "Şüphesiz eğer ki hayvanların dini olsaydı, şeytanı insan şeklinde hayal ederdi." Bu şeytanlar memleketimizde hiçte az değil.

Şaşırtıcı şekilde esnafı dürüst ve müşteriyi kandırmayı düşünemiyorlar. Suriyeli ve Iraklı Araplar lokanta işletiyor. Ertesi sabah Bükreş'e veda etmeden Türk Şehitliğini ziyaret ettik. I. Dünya Savaşında şehit düşen askerlerimizin aziz ruhlarına Fatiha okuduk. Birinci Dünya Savaşı'nda Altıncı Kolordu Romanya cephesinde ölümüne savaştı. Öyle ki Eylül 1916-Mayıs 1918 arasında yapılan muharebelerde 42 bin kişilik kolordu mevcudundan 19 bin 100'ü şehit düştü. 1932'de kapatılan Türk Ocaklarının efsane başkanı Bükreş Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver'in girişimiyle "Bükreş Türk Şehitliği" kuruldu. Aradan yıllar geçtikçe Türk Şehitliği zamana yenik düştü, harabeye dönüştü. Ta ki 1969'da Başbakan Süleyman Demirel Bükreş'e gidince "yıkık dökük şehitliği" görür ve "- Derhal onaralım... Şehitlerimize layık, Türkiye'ye yakışır bir hale getirelim." deyinceye kadar. Stefan oğlu Yani de Bükreş Türk Şehitliğinde… Şehitlikte beni en çok etkileyen; Mahmut oğlu Abdullah ile Stefan oğlu Yani'nin yan yana mezarları oldu. Biri Müslüman biri Ortodoks Hristiyan ama ortak yönleri vatan. Şehitlikte Romanya Türklerinin de gömüldükleri mezarlık burada bulunuyor. Şehitlik çok geniş arazi üzerinde. 2000 yılında yeniden düzenlenmiş. Yemyeşil cennet bahçesi gibi. Temiz ve bakımlı. Yol boyunca hediyelik eşya standları göze çarpıyor. Bizim beğenmediğimiz koyun ve sığır derilerini işleyerek kazanç kapısına dönüştürmüşler. Braşov'da Macar Protestan… Bükreş'ten sonra rotamız, ülkenin orta kesiminde yer alan Braşov. Bu şehir Transilvanya (Transylvania) bölgesinin en güzel Orta Çağ şehirlerinden biri. Braşov, Orta Çağ Alman Rokoko üslubunda inşa edilmiş. Braşov'da kaldığımız hostel yaşlı karıkoca ögretmen bir çiftin tek katlı ama çok sevimli evlerinde kalıyoruz. Kızları avukat. Damat adayları ise savcı. Marton (Martin) Domokos Macar asıllı Romanya vatandaşı. Protestan. -Braşov meydanında Martin yol güzergahımızı soruyor. Kazıklı Voyvoda'nın sarayına gideceğimizi öğrenince gevrek gevrek gülerek "-Türklere ne yapmıştı, biliyor musunuz? diyor. -Kazıklı Voyvoda'nın Şatosu Sözlerini İngilizce'den Türkçeye çeviren büyük oğlum Aytuğ, "-Fatih'te buraya geldi kellesini kopardı" cevabını verince Marton mosmor. Marton ve nişanlısı geçen yaz İstanbul'a gitmişler. Ev sahibi bayan Türk dizilerine hayran. Marton'un Macar kökenli olduğunu öğrenince ona Pal Sokağı Çocukları romanını soruyorum. Romanın kahramanı Nemeçek diyor. Macarların Türk olduğunu söylüyorum evet ama çok önceydi diyor. Atila'nın Torunları olarak mutlu ayrılıyoruz. Aytuğla sosyal medyadan arkadaş oluyorlar. Fatih'in kan kardeşi Vampir kral Kont Drakula… Voyvoda III. Vlad Tepeş, ya da diğer ismiyle Drakula rivayetlere göre, Fatih Sultan Mehmet’in çocukluk arkadaşı olduğu gibi kan kardeşi de. Voyvoda III. Vlad Tepeş, Kont Drakula ya da Kazıklı Voyvoda 1448, 1456-1462 yılları arası ve 1476 yıllarında Eflak beyliğinin voyvodası idi. -Kazıklı Voyvoda'nın arması 1476 yılında Osmanlı ordusu ile giriştiği savaşta esir alınan Eflak Beyliği prensi Kont Dracula Tokat kalesi zindanında esir tutulmuştu. Fatih Sultan Mehmet'e baş kaldırdı başından oldu…

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Eflak ve Buğdan beylerine voyvoda denilirdi. Osmanlı Devleti yönetim sisteminde bâzı yerlerin iltizâmını/vergisini toplamaya memur edilen görevli demekti. Avusturya Hasburg Krallığının kışkırtmasıyla Voyvoda Vlad, İstanbul'dan gelen elçiler sarayına ulaştığında elçileri tutuklatır. Ellerinde Fatih Sultan Mehmet'in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşıyan elçilere bizzat kendi elleri ile işkence yapar ve sonunda da, bu elçilerin hepsini kazığa oturtur. Fatih Akıncı beyi Mihaloğlu’nu üzerine gönderir. III. Vlad'ın 300 askeriyle birlikte kesilen başı öldürüldüğünü ispat etmek ve diğer zalim diktatörlere ibret için İstanbul'a II. Mehmet'e gönderilir. -Kazıklı Voyvoda'nın Şatosu önünde Türklüğe selam​​​​​​​ İşkence yöntemleri sebebiyle Osmanlılar tarafından Kazıklı Voyvoda, Macarlar tarafından cellat anlamında kullanılan Tepeş, kendi milleti romenler tarafından ise şeytan anlamında Drakul olarak adlandırılmaktaydı. Voyvoda III. Vlad düşmanlarını kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle tarihe geçti, Sonradan Bram Stoker'ın Drakula romanına ve Drakula filmlerine konu oldu. Gezi grubumuzla Karpatlar’ın bir yay çizdiği kuzey batısında yer alan Transilvanya'da Bran Kalesi’ne gittik. Kastel Bronda bulunan Kont Drakula şatosunu ziyaret ettik. Bozkurt işaretemizle Türk'ün izini bıraktık.

Romanya'dan Moldova'ya Türklüğün izinde… Yolcu yolunda gerek. Türk'ün karnı doyunca gözü yolda olurmuş, bizimki de o hesap. Durmak yok yola devam. Sınır tabelasının yer almadığı yollardan gece karanlığında geçerek Moldova sınırına ulaşıyoruz. Pasaport kontrol işkenceye dönüyor. Kılı kırk yarıyorlar. Nereye gideceğimizi, hangi otelde kalacağımızı soruyorlar. Görevlilerin tamamı kadın ve hepsi silahlı. Gagauz Yeri başkenti Komrand'a gece yarısı giriyoruz. Rezervasyon yaptırdığımız otel kapalı. Sesleniyoruz, zile basıyoruz boşuna. Otel arayışımız Komrand'ın üç yıldızlı en lüks otelinde noktalanıyor. Sahibi kadın İstanbul'da kendisinin nasıl kazıklandığını anlatıyor. Oldukça pahalı bir konaklama ücreti ödüyoruz. Otel lobisi çok kalabalık. Otelin önünden bir tabur polis geçiyor. O gece Gagauz Özerk Yeri Başkanı İrina Vlah yeniden göreve başlamasının kutlamaları yapılmış. İrina Vlahla arka arkaya oturuyoruz. Kazakistan Moldava elçilik görevlisi ile Türk dünyasını konuşuyoruz. Ona Ataman diye hitap etmem çok hoşuna gidiyor. Sabah tek başıma ön gezi yaparken siyahlar giyinmiş genç bir Ortodoks papazla tanıştım. İsmi Daniel. Gagauz Türk'ü. Bizi pazar sabahı ayinini izlemeye davet ediyor. Kiliseleri Moldova'ya onlarda Moskova'ya bağlıymış. Ayinleri hem Rusça hem de Turkçe'ymiş. -Komrat'ta ben Kemal bey, Halil Sarıkaya, Kosti ve Kafile başkanı Selvet Altuğ Kahvaltı sonrası gezi grubumuzla Komrand'ı geziyoruz. Gagauz Yeri başkenti Komrand da Lenin'in Heykeli önünde Bozkurt işaretiyle Türklüğe selam gönderiyorum.

Gagauz Yeri başkenti Komrand'da Lenin heykeli önünde​​​​​​​ Çarşı merkezinde pazar yerine yakın Türk Cafe'yi görünce çölde vaha bulmuş Arap gibi seviniyoruz. Çünkü Türk çayı içebilecegimiz bir yer demek. İşletmecisi emekli polis, Ankaralı. Biz oradayken Komrand'a yaşayan başka Türklerde geliyor. Sohbeti çay eşliğinde kaynatıyoruz. Kemal Çolak, bölgeyle ilgili bilgiler aktarıyor. Kumanlardan Kıpçaklardan söz ediyor. Beşalma köyünde bulunan Gagauz Etnografya Müzesini gezmemizi öneriyor. Dimitri ve Atanas Karaçoban… Müzenin kuruluşu yıllar öncesine uzanıyor. Gagauz etnograf, yazar, müzeci ve bilim insanı Dimitri Karaçoban (1933-1986) çok emek sarf etmiş. -Gagauz Yeri BeşAlma köyünde müze hakkında bilgi veren heykeltıraş Atanas Karaçoban ile​​​​​​​ Komrat'a bağlı Beşalma köyünde doğan ve Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü'nden mezun Dimitri Karaçoban etnolog, müzeci, ressam ve edebiyatçı. Doğduğu köyde bir etnoloji müzesi kuran ve burada 20 yıl boyunca müdürlük yapan Karaçoban eşinin bıçaklanarak öldürülmesinden sonra geçirdiği bir buhran sonucu 1986 yılında kendini trenin altına atarak intihar etmiş. Müzeyi bize Dimitri Karaçoban'ın oğlu Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Öğretim Görevlisi Gagauz heykeltıraş Atanas Karaçoban gezdiriyor. Müzeye Türkiye karayolu haritası ve al bayrağımızı hediye ediyorum. Ertesi gün Papaz Daniel'in pazar ayinine katılıyoruz. Ortodoks kiliselerinde oturma sıraları yok. Dua okunurken bazen secdeye kapanıyorlar. İsteyen mum yakıyor. Birgün önce eşim çocukların Vaftiz törenini videoya çekmişti. Gagauz Bozkurdu Stefan Topal… Bahadırın yerinde güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Ortodoks Hristiyan Türklerin yaşadığı Moldova'ya bağlı özerk Gagauz Yeri İlk Başkanı Türkiye Cumhurbaşkanı merhum Demirel'in yakın dostu Turan Ordusunun Avrupa Başbuğu, bir yıl önce vefat eden Stefan Topal'ın mezarını ziyaret ettik. -Gagauz Yeri Başkanı Stefan Topal'ın mezarında​​​​​​​ Süleyman Demirel’in Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Stefan Topal altı kez Türkiye’ye gelir. Bu gelişlerinden biri. 1994 yılına rastlar. Ankara’ya sık gidip gelen Stefan Topal; Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinden, kendi ülkesi şartlarına göre de büyük yardımlar almaktadır. Bütün Gagauz Yeri’nin içme suyu şebekesi kurulması ve arıtma (onlar paklama diyorlar) tesislerinin yapılması da bu teknik yardımlar arasındadır. -Gagauzlar Demirel'i unutmamış​​​​​​​ Ankara’da Cumhurbaşkanı Demirel ile aralarında şöyle bir diyalog geçer; “-Söyle bakalım Topal, nüfusunuz kaç? Kaç Türk’sünüz orada?’ Stefan Topal hemen göğsünü gere gere cevap verir ‘-Yüz altmış bin…’ ‘-Yanlış’ diyor Demirel. ‘-Sorulduğu zaman, ‘nüfusumuz yetmiş iki milyon yüz altmış bin’ diyeceksin.’ İşte gerçek Türk milliyetçilerinin fikri. Stefan Topal ülkesine döndükten sonra Türk cumhurbaşkanı Demirel’le aralarında geçen konuşmayı yeri geldikçe Türklük gurur ve şuuru ile anlatıp durdu. Şimdi ikisi de sırlara karıştı, ruhları şad mekanları cennet olsun! Gagauz Türkleri Süleyman Demirel'i unutmamışlar. Başkent Komrand'a onun büstünü dikmişler. -Gagauz Türkü Kosti ile​​​​​​​ Ön isimleri Slav ve Hristiyanlık izleri taşıyor ama soyadları özbe öz Türkçe. Gagauz Yeri eski Sovyet politikasına sadık. Moldova ise Avrupa Birliğine girmek çabasında, o nedenle iki yakaları bir araya gelmiyor. Kşinev Moldova'nın başkenti…

Hazar Türkü Yahudiler… Moldova'da yaklaşık 15,000 Yahudi yaşıyor. Düzenli aralıklarla yayın yapan Yahudi gazeteleri var. Bunların en çok bilineni, Yidiş dili ve Rusça yayınlanan Nash golos - Undzer kol ("Sesimiz") Gazetesi. -Moldova başkenti Kşinev de Hazar Türklerinin Sinagogu Orta Avrupa tarihinde Yahudilere yönelik katliamların arkasında Hasburg hanedanı var. Öyle ki Rus Çarlığını dahi Yahudilere karşı kışkırtmışlar. Moldovalı bir hahamın oğlu olan Neophite, işlediği suçlardan dolayı Yahudi toplumundan dışlanınca intikam hissiyle Yahudilikten çıktıktan sonra hristiyanlığı kabul edip rahip oldu. Eski Yahudi yeni Hristiyan rahip Neophite 1803’te Yahudileri aşağılamak ve zor durumda bırakmak amaçlı yazdığı kitabı bastırır. Rahip Neophite'ye bu konuda en büyük destekçi, 11/12 Mart 1803'te ölen Moldova Metropolitanı Iacob (Yakup) Stamati oldu. Rahip Neophite yazdığı ve kilisenin bastırdığı kitabında bazı Yahudi tarikatlarının, insan kanı kullandıklarında Yehova katında daha “üstün” olduklarına inandıklarını iddia etmişti. Kitabın etkisi amaçlanandan daha çabuk etkisini gösterdi. Birçok ülkede kitaptaki iddialara bire bin eklenerek Yahudi aleyhtarlığı körüklendi. Yahudilere yönelik toplu saldırılar gerçekleşti, işyerleri tahrip edildi.

Kşinev Sinagogu'da Hazar Türkü Haham ile​​​​​​​ 21 Temmuz Pazar günü gezi grubumuzla Moldova'nın başkenti Kişinev'de Turistlerin uğrak yeri tarihi Sinagoga gittik. Kapalı olmasına rağmen zile bastık. İçeri girdik. Türkiye Türk'ü ve müslüman olduğumuzu söylüyoruz. Bizimle Rabbis Mendy Axelrod ve Mendy Gotzel ilgileniyor. Okudukları Tevrat Yidiş dilinde. İbranice bölümlerde var. Aydınlık bir mekan. İçeride üzerinde kitapların bulundugu masalar olmasa kendinizi Camide sanabilirsiniz. Yaşlı olan daha girişken daha konuşkan. Genç haham çekingen. Türkiye'den gelen Müslüman bir kafilenin ziyaretine anlam veremiyorlar. Yüzleri Türk simasına benziyor. HAZAR bakiyesi bunlar. Ukrayna'nın büklüm büklüm yolları… Moldova sınırını geçerken yine sıkıntı. Kılı kırk yaran işlemler. Yollar çok kötü adeta köstebek yuvası. Ukrayna yönetimleri ne yazık ki ulaşıma yatırım yapmamışlar. Rus karşıtlığı politikasıyla Avrupa Birliği ve Amerika'dan kopardıkları yardım paralarını yöneticiler iç etmiş yani üstüne oturmuşlar. Ankara'da uzun yıllar belediye başkanlığı yapan birisi için yiyor ama hizmette ediyor denilirdi. Şimdi gitsinde Ukraynalı yöneticilere ders versin. Sınırı geçince Ukrayna da Hotin de kaldık. Hotin Ukrayna'nın batısında, Dinyester nehri üzerinde küçük bir şehir. İnsanları çok cana yakın. -Hotin'de Sovyet döneminden kalma anıt​​​​​​​ Osmanlı tarihinde Sultan II. Osman yani Yeniçerilerin öldürdüğü Genç Osman'ın ordusuyla 2 Eylül 1620'de Hotin önlerine gelmişti. Kale kuşatılmış ve Hotin kalesi önlerinde yapılan meydan savaşında, düşman siperleri ele geçirilememişti. Askerlerin şevk ve heyecanı oldukça yıpranınca Yeniçerilerin de kendilerini tam olarak savaşa vermemeleri, bu savaşın kesin bir netice ile sonuçlanmamasına yol açmıştı. Ordu arkasına baka baka İstanbul'a dönmüştü. HotinlilerTürk olduğumuzu duyunca hemen Sultan Roksana diyorlar. Kanuninin eşi Hürrem Sultanı soruyorlar. Türk dizileri Türkiyenin imajına çok olumlu katkılar sunmuş. Parktan geçerken alkol alan iki kişi beraber içmeye davet ediyor. Kibarca red ediyorum. Biraz konuşuyoruz. Türk olduğumu söyleyince Viktor ve Yaşa çok seviniyor. Sigara değiş tokuşu yapıyoruz. Onlarda bana kavanozdan yoğurt ikram ediyorlar. Putin'i sevmeyen şehir Lviv… Lviv; Kanuni Sultan Süleymanın eşi Hürrem Sultan’ın (Roksana) doğduğu şehir. Ukrayna’nın batısında İkinci Dünya Savaşı sonrasında Polonya’dan Ukrayna’ya bağlanan kültür kenti. Lviv sokakları adeta Türk kaynıyor. Büfelerinde üzerinde Rus devlet başkanı Putin'in resmi basılı Tuvalet kağıtları satılıyor. -Ukrayna'nın turistik kenti Lviv'de Putin'in resmi basılı tuvalet kağıtları Çok iğrenç. Resimdeki heykel Rus kralı Danilo Romanoviç. Ukrayna eğer ikiye ayrılırsa Batı Ukrayna'nın başkenti Lviv olur. Avrupa'nın birçok ülkesinden turisti çeken bir kent. Ermenilere ait bir mahallesi var. Sokaklarında kime dokunsanız Türk. Yerleşik Türk nüfus işletmeci. Yehova Şahitleri bizi bırakmıyor… Ukrayna'nın turizm merkezi Lviv'den ayrılmadan önce şehri son bir kez turlarken Yehova Şahitlerine rastlıyoruz. -Lviv'de Yehova Şahitleri ile​​​​​​​ İçlerinden biri yeni öğrenmeye çalıştığı Türkçesiyle çat pat bize birşeyler anlatmaya çalışıyor. Bize Türkçe broşür uzatıyor. Bir anda kadınlı erkekli etrafımızda toplanıyorlar. Lviv'de çok güçlüler. Mabetleri biraz kentin dışındaymış. Müzeleri varmış. Bizi birkaç gün misafir etmek istiyorlar. Yehova’nın Şahitleri, Hristiyan âlemi tarafından birçok temel dinsel konuda ciddi görüş farklılıkları nedeniyle Hristiyanlıktan ayrı bir inanç olarak görülüyor. Yehova’nın Şahitleri’ne göre Hristiyan âlemi Kitab-ı Mukaddes’te geçen ilk yüzyıldaki Hristiyanlıktan oldukça uzaklaşmıştır. Kitab-ı Mukaddes’i gerçek anlamda hayatlarında uygulamaya önem verirler. Teslise inanmazlar. İsa'yı Tanrının oğlu değil peygamber kabul ediyorlar. Gerçek dini bugünkü Hristiyan âleminin değil, MS 1. yüzyıldaki Hristiyanların uyguladığına inanır ve buna bağlı kalırlar. Kitab-ı Mukaddes’in oryantalistik özelliğine inanırlar. Âhiret inançları kuvvetlidir. Tanrı tek olduğundan gerçek dinin tek olduğuna, bunun hangi din olduğunun ise Kitab-ı Mukaddes’te belirtildiğine inanırlar. Ruhun ölümsüz olduğuna ya da Tanrı’nın cehennemde insanlara işkence ettiğine inanmıyorlar. Ayrıca dinsel faaliyetlere önderlik eden kişilerin onları diğer insanlardan üstün kılan unvanlar almaması gerektiği görüşündeler. Türkiye'de ve dünyada Yehova şahitlerine yönelik eleştirilerin arkasında Vatikan var. Bu akım, ilk önce Amerika'da Pensilvanya'da ortaya çıkıyor. İslâm dünyasındaki Kur'an'a dönüş anlayışını çağrıştırıyor. Selefi akımlarla benzerlikleri var. -Lviv de üç kafadar Türkiye’de; İzmir, Ankara, Mersin ve İstanbul’da aktif faaliyet içindeler. Eski Sovyet coğrafyasında faaliyetlerine CIA ajanları sızdığından Rus Yönetimi bunlara sıcak bakmıyor. Takım elbise giymeye özen gösteriyorlar. Bu yönleriyle biraz Adnan Oktar grubuna benzedikleri söylenebilir. Nazım Hikmet'in dedesinin memleketi Polonya’da… Nazım Hikmet'in dedesi Mustafa Celaleddin Paşa’nın asıl ismi Konstanti Bojenski’dir. Lehistan olarak bilinen Polonya’nın Klebow (Kleçof) köyünde yoksul, altı çocuklu asil bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1826’da doğar. Ailesinden iyi bir eğitim alır ve çocuk yaşında Latince, Fransızca, Almanca ve Rusçayı öğrenir. Gençlik yıllarında Leh milliyetçisi olan Mustafa Celaleddin Paşa, iki yıl güzel sanatlar eğitimi ve bir yıl papazlık eğitimi görür. Papazlığın geleceği için iyi bir meslek olmadığını düşünerek okulu bırakır ve Paris’e gider. Paris’te bir süre bohem hayatı yaşadıktan sonra 1448’de gerçekleşen Poaznanyadaki Leh ve Macar ihtilallarına katılır. İhtilalin başarısızlığa uğraması sonucu bir grup mülteciyle birlikte Osmanlı’ya sığınır. Nazım Hikmet ve Katyn Ormanı Katliamı… Ukrayna'dan Polonya'ya geçince Katyn Ormanı Katliamını hatırladım. 1940'da Sovyet lideri Josef Stalin'in emriyle yaklaşık 22.000 Polonyalı subay ve sivil bu katliam sırasında başlarına birer kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Nazım Hikmet bu katliama tepkisini şu dizelerle göstermişti: Karlı Kayın Ormanında… Karlı kayın ormanında yürüyorum geceleyin. Efkârlıyım, efkârlıyım, elini ver, nerde elin? * Ayışığı renginde kar, keçe çizmelerim ağır. İçimde çalınan ıslık beni nereye çağırır? * Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak? Kayınların arasında bir pencere, sarı, sıcak… Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur… Polonya Krakov'da 35 yıl önce İzmir'den kadim dost Avukat Murat Parlak ile karşılaştık. -Ukrayna Krakov'da İzmirli avukat Murat Parlak ile yıllar sonra Şaban Düz Derneği Yönetim Kurulu Başkanı. Kendisiyle İzmir'e gelen öğrencilere kol kanat geren rahmetli Şaban Hocayı yad ettik. Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur sözü ne kadar doğruymuş. Bir de Muğla'dan Salim Beyle tanıştık. Krakov tarihi ve turistik bir kent. Her taraf temiz. 'Temizlik imandandır' diyoruz ama yaşadığımız kentler pislikten geçilmiyor. Esnafı dürüst. Türkiye'de olduğu gibi turist bulduk kekleyelim anlayışı yok. Papa İkinci Jean Paul (Karol Jozef Wojtyla) Polonya Krakov’lu… Adım başı kilise adım başı rahibe. Rahibelerin kıyafetleri tarikatlarına göre değişiyor. Katolikliğin kalesi Vatikan değil sanki Krakov. -Krakov sokaklarında bir rahibe ABD ve Vatikan işbirliği ile Sovyetlerin dağılma sürecinde halkı Katolik olan Polonya başı çekmişti. Polonya Katolikliği Ortodoks Rusya'ya karşı bir inanç seddi, Avrupa'nın bir güvencesi. Malatyalı Mehmet Ali Ağca'nın vurduğu Papa İkinci Jean Paul, asıl ismiyle Karol Jozef Wojtyla, Katolik Kilisesi'nin Polonya kökenli ilk papasıydı. Krakov'a 50 kilometre uzaklıktaki Wadowice'de 18 Mayıs 1920'de doğmuştu. Kiliseler sürekli açık. Cemaatinin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Krakovda Yahudiler var. Sinagog ve okulları mevcut. Yahudi mahallesi Kalenin dışında. Arap turistler çok. Türklerde turlarla burayı boş bırakmıyor. Polonya Tatarları İslâm Merkezi kurmuş… Polonya Tatar Toplumuna ait İslam Merkezi var. Kraków İslam Merkezi 2011'de Müslüman topluluğu buluşturma amacıyla kurulmuş. Kraków İslam Merkezi, Polonya Müslümanlar Birliği'nin bir üyesi. Tatar Müftünün daveti üzerine Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kraków İslam Merkezinde bir imam görevlendirilmiş. Ayrıca Irak Telaferli Tarık Hoca da burada görevli. O Arap Turistlere Diyanetin gönderdiği de Türk turistlere hitap ediyor. Türk hoca Trabzon Araklı'dan. Sözün bittiği Hazar Türkleri’nin imha edildiği Auschwitz-Birkenau kampı… Krakov'a geliş amacımız Avrupa İnsanlık tarihinin yüz karası Hitler'in bir buçuk milyondan fazla insanı yok ettiği Auschwitz-Birkenau toplama kampını görmekti. Polonya Krokov'dan Auschwitz-Birkenau kampına geçtik. Kampın kayıtlarına göre 1 milyon 600 bin Avrupalı insan bu kamplarda hayatını kaybetmiş. Öldürülenlerin çoğu Yahudi dininden olan Hazar Türkleri. Bu katliamı Katolik kilisesi Vatikan planlamış, Nazi ordusunu da kiralık katil olarak kullanmıştı. Burada Yahudilik değil İnsanlık katledilmişti. Kampı gezebilmek için oldukça sabır gerekiyor. Uzun kuyruklar var. Bilet alırken hangi dilde rehber istediğiniz soruluyor. Bilet sırasında Macaristanlı bir aile ile tanıştık. Atila'nın torunları olduğumuzda mutabık kaldık. Kamp çok şey anlatıyor. Burada yaşananlar Avrupa ırkçılığının vardığı en son delirme noktası. Auschwitz-Birkenau, Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma ve sistematik katliam ve imha kampı. Burada toplanan insanları gaz odalarında zehirleyip cesetlerini fırınlarda yakıyorlardı. Savaşı planlayan Alman dehası toplu ölümler sonucu biriken cesedleri yok edecek çözümü de buldu. Alman mühendisliği devreye girdi. Krematoryum yani ölü yakma fırınlarını yaptılar. Auschwitz toplama kampı ya da bir diğer adıyla 'ölüm kampı'nda hayatta kalmaya başarabilenler 27 Ocak 1945'te Sovyet birliklerince kurtarılmıştı. - . . Auschwitz, Nazi döneminin en büyük toplama ve imha kampıydı. Vatikan, Hitler'i kullandı, Katilleri korudu… Burada mükemmel şekilde işleyen korkunç bir Nazi sistemi geliştirilmişti. Kitlesel ölümlerin organizatörü ise Adolf Eichmann’dı. -Hitler'in Yahudileri toplama ve imha kampı Aushwitz Eichmann, Reich Ana Güvenlik Baş Dairesi (RSHA) olarak adlandırılan kuruluşun Yahudi işlerinden sorumlu yöneticisiydi. Bu daire aslında SS yapılanmasının bir nevi terör aracıydı. Eichmann 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Vatikan’ın desteğiyle Arjantin’e kaçtı. Ancak İsrail gizli servisi, 1960 yılının mayıs ayında peşini bırakmadığı Eichmann’ın izini buldu ve onu İsrail’e kaçırdı. İsrail’de hâkim karşısına çıkarılan Eichmann, Yahudilerin soykırıma uğratılmasında büyük rol oynamadığını iddia etti, ancak mahkemeyi ikna etme konusunda başarılı olmadı. Eichmann yargılama sonunda suçlu bulundu ve 1962’de idam edildi. Yahudi soykırımı kan davasına dönüştüren İsrail'in Yahudilere yapılanları Filistinlilere reva görmesi ne yaman çelişki. Zalimler için yaşasın cehennem!

Prag, paranı bırak!.. Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag çok pahalı. Birlikte yolculuk ettiğimiz arkadaşlardan Türk Riders üyesi, Davraz of-rooads klubü kurucusu Halil Sarıkaya'nın eşi emekli öğretmen Vildan Sarıkaya; "Prag bütün paranı bırak" deyince hepimiz güldük. Su alkollü içeceklerden daha pahalı. Çek esnafı serbest piyasaya uyumda çağ atlamış. Bir şişe suya 25 Kuron da ödedim 50 Kuron da. Sigara da öyle. Çinli işletmeci sayısı çok. Aşıklar kenti Prag, Franz Kafka'ya yaramadı… Bilenler bilir. Değişim öyküsünün yazarı Franz Kafka, Almanca konuşan Bohemyalı Yahudiydi. Roman ve hikâyeleri ile tanındı. 20. yüzyıl edebiyatının en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilir. Franz Kafka burada yaşamış. Prag'taki Eski Kent Meydanı yakınlarında 3 Temmuz 1883'te doğan Kafka'nın ailesi, orta sınıf bir Aşkenaz Yahudisiydi. -Prag'da Kafka'nın evi Yaşarken kıymeti bilinmeyenlerden. Evini müzeye dönüştürmüşler. Kentin tarihi dokusu korunmuş. Ne yalan söyleyeyim ben tur şirketlerinin reklam yargarasına ve tanıtım broşürlerindeki abartılı anlatımlarına rağmen Prag'ı sevmedim. Adım başı her milletten dilenciden geçilmiyor. Kiliseler kasvetli. Gotik mimari insanı dehşete düşürüyor. Selvet Altuğ'un demesine göre Gotik tarzın amacı bireyi korkutarak kiliseye boyun eğdirmekti. Tramvayla bütün sehri dolaştık. Bilet basılıp basılmadığına kimse dikkat etmiyor. Sürücünün yolcularla fiziki teması mümkün değil. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunuyla tanıştık… Gezi boyunca helal yiyecek hassasiyetimiz bizi hep Türk dönercilerle buluşturdu. Prag'da İstanbul dönercisi ve Türk usulü demlenmiş çay bizi memlekete götürdü getirdi. 25 yıldır Sinoplu Türk'ün işlettiği mekânda etrafında üç dört gencin pervane olduğu bir Mısırlı ile tanışıyoruz. Annesi Osmaniye Türkmenlerindenmiş. Baba tarafından Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunu olduğunu söylüyor. Türkçe başladığı konuşmasına Arapça devam ediyor İngilizce bitiriyor. Mursi umurlarında değil. Ümmetçilik Türklere özgü. Türkler, Viyana önlerinde yarım kalan kuşatmayı tamamlıyor… 27 Temmuz 2019 cumartesi Sabah Çek cumhuriyeti başkenti Prag'dan ayrıldık.

Yağmur eşliğinde Avusturya Başkenti Viyana bizi bekliyordu. -Viyana'da eşim Funda Hoca ile beraber ıslandık İki milyon nüfuslu kentin dörtte biri Türklerden oluşuyor. Diğer Müslüman etnik unsurlar Boşnaklar ve Arnavutları da bu rakama ekleyin. Tarihi Alman milliyetçiliğinin ve kültürünün başkenti Berlin değil Viyana. Öyle ki İngilizce sorulara cevap vermiyorlar. Prag kadar sıkıcı kalabalığı yok. Araçlarda Türk plakasını görenler selâm verip hoşgeldiniz diyor. Gurbetçi dayanışması had safhada. Ne yalan söyleyeyim Viyana'yı Ankara ile karşılaştırmaya çekindim. Neden mi? Ankara'nın son 25 yılına hükmeden yerel yönetim ne yazık ki havanda su döğmüş. Boş bulduğumuz yere AVM dikme hastalığından, kamuya açık alanları Rantiyeye dönüştürmekten ve kendimizi beğenmekten, bir an önce kurtulmalıyız. Siyonist Theodor Herzl, Viyana'yı mesken tutmuştu… Viyana'da aracımızı park ettiğimiz otopark yanında hemen Theodor Herzl, ismini görüyorum. Burada yaşamış. Ünlü Siyonist Theodor Herzl'in Viyana'da kaldığı bina​​​​​​​ Theodor Herzl, sünneti esnasında verilen ismiyle Binyamin Ze'ev, Avusturya-Macaristanlı gazeteci, oyun yazarı, politik aktivist ve yazar olduğu gibi en önemli özelliği modern politik Siyonizm’in kurucu babasıdır. Theodor Herzl, 1860 yılında Budapeşte'de doğdu. Zengin bir ailenin çocuğu olan Theodor Herzl, Viyana'da hukuk tahsili yaptı. Neue Freie Press gazetesinde muhabirlik ve yazarlık yaptı. Resimde görülen binada Siyonizm ideolojisini temellendirdi. Slovakya'dan rüzgar gibi geçtik…

Viyana sonrası Slovakya'nın başkenti ve en büyük şehri Bratislava'ya ulaştık. Küçük ve Tarihi bir kent. Bratislava Viyana'nın 50 km kadar doğusunda yer alıyor. Yaklaşık nüfusu 450.000 civarında. Tuna Nehri kıyısında yer alan şehir, hem Avusturya'ya hem de Macaristan'a sınır. Dar sokaklardan ve birkaç meydandan oluşan şehrin “old town (stare mesto / tarihi şehir)” bölgesi, ortaçağ kasabasını andırıyor. Turist kalabalığı burada. Pazar günü olduğu için kilise cemaatinin dağılışına denk geldik. Genelde orta yaş üstü. Bulgaristan'dan başlayan gezi güzergahımizda Romanya, Gagauz Yeri, Moldova, Ukrayna, Polonya,Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Slovakya üzerinden Macaristan'a geldik.

Hun bakiyesi Macaristan'da Köse Kadı'yı aradım… Bu ülkeye adım atmadan önce Bahaddin Özkişi'nin (1928- 1975) Köse Kadı romanı ile Ferenc Molnar'ın Pal Sokağı Çocukları romanı olay örgüsü ile gözümün önünden geçip gidiyor. Bahaddin Özkişi, “Köse Kadı” romanında, kendilerini, varlığının her zerresi ile Devlet-i Ebed Müddet'e adamış Osmanlılar'ın, serhadherdeki hikayesini anlatır. Avusturya İmparatorluğuna karşı Macarları arkalayan devlet politikasını, istihbarat faaliyetlerinden söz eder. Şahısların hemen hepsi birer adsız kahramandır. İmparatorluğa sadakat ve nefsini pervasızca feda edişlerdeki şaşırtıcı büyüklükler, mübalağa gibi görünebilir. Harap kulübelerde yaşayan casus dilenciler vardır; kâşanelerde gününü gün eden korkak yöneticiler de. Cihanşümul bir imparatorluğun daracık bir havalide can bulmaya başladığı vakitlerde, tarih yalnızca kılıçların gölgesinde serinleyen bir tembel değildir. Akıl oyunlarının ve bin bir türlü cambazlığın da bu oluşta bir rolü vardır. Köse Kadı kendisini devlete adamış, benliğini devlete feda etmiş bir hak ehlidir. Köse Kadı kimdir biliyor musunuz? İstanbul'daki taht kavgalarına, ayak oyunlarına bulaşmadan kendisini sınır boylarına atan, gerçek kimliğini gizleyen, cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan doğma kambur oğlu Şehzade Cihangir'dir. Budapeşte'ye gelir gelmez yağmurla karşılandık. Öyle ki akşam yemeği için çıktığımız Kent merkezinden kaldığımız otele sırılsıklam dönüyoruz. Tuna nehri şehri ikiye bölmüş. Programda Isparta Senirkent Ulugbeyli Gül Baba Türbesini ziyaret var. “Pal Sokağı Çocukları” bizi karşılıyor… Ferenc Molnar Macaristanlı yazar. İlkokul dördüncü sınıfa giderken okuduğum Pal Sokağı Çocukları romanı bende derin izler bırakmıştı. Budapeşte sokaklarında dolaşırken Ferenc Molnar'ın romanından fırlayıp gelen Nemeçek'in ruhu adeta rehberlik etti. Budapeşte de kendinizi yabancı hissetmiyorsunuz. İnsanlar doğal. Yapmacık jest ve mimikleri yok. Tek tük Türk turiste rastlamak mümkün. Prag kadar rahatsız edici Katolik Gotik tarzı kiliseler yok.Türk /Törük-Török adında bir kaç sokak var. Budapeşte'de Felsefe Bahçesi / The Garden of Philosophy… Budapeşte'de kaldığımız Hotel Bara'dan Budin merkeze doğru yürürken, Gellért tepesinin yanında 'The Garden of Philosophy' yol levhasını görüyoruz. Bahçe peyzajı ve içindeki anıtlar, Macar heykeltıraş Nándor Wagner'e ait. Wagner, II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Budapeşte Sanat Akademisi'nde okudu. Wagner "Felsefe Bahçesi” ni oluştururken "daha ​​iyi bir karşılıklı anlayışı” hedeflemişti. Türkiye'de felsefeyi aşağılayan Eşari ve Selefi anlayış liselerde felsefe derslerini müfradattan çıkarmaya çalışırken Macaristan'da Felsefe Bahçesi oluşturulması aramızdaki farkı gösteriyor. Budapeşte, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Budin… Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu, Gül alıp satmanın zamanı geldi, Bülbülün figânı bağrımı deldi, Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i Tuna’nın batı kıyısında bulunan kısmına Budin veya Buda; doğu kıyısındaki kısma ise Peşte denirdi. Tuna Nehri’nin ayırdığı Buda ile Peşte 1849’da yapılan ilk köprüyle birleşince bugünkü Budapeşte ortaya çıktı. Charles de Lorraine komutasındaki Avusturya ordusu, 18 Haziran 1686’da Budin’i kuşattı. Budapeşte kalesinde Türkleri ezen Avusturyalı komutan heykeli​​​​​​​ Son Budin Valisi Arnavut Abdurrahman Paşa iki buçuk ay şehri savundu. Kendisi şehit düştü.Böylelikle Macaristanda Osmanlı egemenliği sona erdi. Kalenin içindeki Türbesinde bizleri bekliyor. Ruhaniyetiyle selamlaşıyoruz. Paylaştığım resimdeki heykel Avusturya Cermen kültürünün Türk'e bakışını gösteriyor. Türk esirler çıplak ve aciz tasvir edilmiş. Uluğbeyli Veli Baba Sultan ve torunu İsmail Boyacı'dan amcaları Gül Baba’ya selâm getirdim… Budapeşte'ye geliş amaçlarından biri de Isparta- Senirkent Uluğbeyli Gül Babayı ziyaret etmekti. Gül Baba Türbesi Üç yıl önce Hacı Bektaş Veli Hünkâr'ın ziyaretine gittiğimizde sanki gök delinmiş, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmıştı. Mübarek Gül Baba da yağmurla yıkadı, pakladı bizleri. Maddi manevî kirlerimizden arındırdı. Kolonizatör Türk Dervişi, Yeniçerilerin Piri, Bektaşi Gül Baba’nın türbesi Budin'in Margit adasının doğru kısmında. Gül Baba bir Bektaşi dedesi. Evladı Resûl. Şimdiki şeceresi uyduruk çakma şeyhler gibi değil. Budin’i yurt yapmak için Kanuni tarafından gönderilmiş, bir tekke kurmuş. Tahta kılıcı ve sarığındaki gülüyle ünlü. 1541’de Budin’de şehit düşünce Kanuni’nin de kıldığı cenaze namazı sonrasında bugün türbesinin bulunduğu yere defnedilmişti. Uzun yıllar unutulan türbesine 1926’da genç Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Budapeşte Başkonsolosu türbeye sahip çıkmış, 1996’da Isparta İslamköylü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çabalarıyla yeniden onarılmıştı. Demirel, restorasyon tamamlandıktan sonra 1997 yılında dönemin Macaristan Devlet Başkanı Göncz Arpad’ın davetiyle Budapeşte’ye gitti. Ziyaret sırasında “Gül Baba Türbesi”nin açılışını yaptı. Allah rahmet eylesin ruhları şad mekanları cennet olsun. Uluğbeyli erenlere, İsmail Boyacı ya selâm olsun. İsmail Boyacı; Senirkent Uluğbey (İlegüp/İlegöp)'de yaşıyor. Gül Baba'nın yeğeni Veli Babanın torunlarından. Evini müzeye dönüştürmüş. El yazma kitaplardan, şecerelerden, yöresel kadın erkek giysilerinden, eski paralardan, güğümlerden, hançer, kılıç, balta, mızrak, zırh, piştov, tabanca, tüfenk, ütü ve yüzlerce akla gelmeyen objelerden oluşan kişisel müzesi var.

Mohaç ovasından geçtik… Şehitlerimizi rahmetle andık… Mohaç; Macaristan'ın güneyinde Baranya bölgesinde bulunan bir kasaba. -Mohaç ovasında bir deli​​​​​​​ Osmanlı Devleti’nin 1353 yılından itibaren Rumeli’ye geçmesinin ardından Katolik dünyasının öncüsü olarak Osmanlı’nın karşısına çıkan Macarlar, yapılan savaşlarda ağır yenilgiye uğradı. 1440 ve 1456’da iki defa kuşatıldığı halde alınamayan Belgrad’ın 1521’de Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmesi, Macar Krallığının sonu oldu. Kanuni Sultan Süleyman devrinde, 29 Ağustos 1526 tarihinde Macaristan’ın güney sınırı yakınlarındaki Mohaç ovasında gerçekleşen Mohaç Meydan Muharebesi, sadece Osmanlı Devleti’ni değil, Avrupa tarihini de etkiledi. Macaristan’ın tamamen parçalandığı ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Budin Kalesi’nin anahtarlarını bizzat kendi elleriyle aldığı savaştır. Savaşın 2 saat kadar kısa sürmesindeki en temel etken savaş meclisinde uygulanacak taktiğin belirlenmesiydi. Macaristan Budapeşte'ye uğradıktan sonra Mohaç zaferinin kazanıldığı tarihi mekânda soluklandık. Bir sonraki istikametimiz Hırvatistan toprakları oldu. Herhangi bir kent merkezine uğramadan Sırbistan sınırına ulaştık. Düşen cüzdan, nasıl bulundu!.. Hırvatistan sınırında pasaport işlemleri kısa sürüyor. Sırp görevliler Türkiye plakamıza gülümseyerek bakıyor. Ankara ve Belgrad arasındaki yakınlaşma buraya da yansımış. -Hırvatistan'a ayak bastık​​​​​​​ Gümrükten çıkınca biraz soluklanmak için duruyoruz. O arada Gruptan arkadaşımız Halil Sarıkaya aracından inip bizim araca yaklaşıyor. Kısa bir konuşma oluyor aramızda. İleride daha rahat bir dinlenme tesisi olduğunu öğrenince araçları sürüyoruz. Molada Halil Sarıkaya içinde kimlikleri, kredi kartı ve bir miktar dövizin bulunduğu cüzdanını sınır gecişinde düşürdüğünü fark ediyor. Panikle oğlum Aytuğ ve Göktuğu yanına alarak gecenin karanlığında yayan yapıldak yola düşüyor. Çakal ve tilki ulumaları köpek havlamasına karışıyor. Mesafe oldukça uzun. Yolda bizi arıyor. Araçla gelin diye. Grup Başkanı Selvet Altuğ'un aracı ile onları yoldan alıyoruz. Sınır geçiş yeri mola yerine 5-6 kilometre mesafede. Aradan bir saat geçmiş. Orada onlarca insan duruyor. Araçla yaklaştığınızda küçük oğlum aracın penceresinden yerdeki cüzdanı görüyor. Cüzdan sahibi inip alıyor. Hiç eksiği yok. Herşey tamam. Geride bekleyenlere haber veriyoruz. Sevincimize diyecek yok. Belgrad'da Botel yani gemi otelde kalıyoruz… Sırbistan'a girerken ve çıkarken sağlı sollu yol güzergahı üzerinde Bayburt dinlenme tesisleri var. Genellikle Avrupa'da çalışan gurbetçiler ve Tır sürücüleri tercih ediyor. Düşünsenize Sırbistan ortasında Türklerin işlettiği, Türkçe konuşulan, Türk mutfağından yemeklerin tüketildiği tesisler. Dört yıl sonra turla gittiğimiz Belgrad'a aynı tarihte arkadaş grubumuzla ulaşıyoruz. Gezi boyunca hotel, hostelde kaldık. -Belgrad'da kaldığımız Botel​​​​​​​ Kahvaltı sonrası istikamet Belgrad Kalesi. Oralarda soluklanmak sanki tarihe yolculuk gibi. Belgrad kalesi Tuna ve Sava nehirlerinin kesişme noktasında kurulu. Manzara müthiş, kelimeler anlatmada kifayetsiz. Kale Meydan Türkçeden Sırpçaya aynı şekilde geçmiş. Kalenin hendeklerini hem açık hava müzesine hem de tenis kortlarına dönüştürmüşler. İkinci dünya savaşından kalma toplar, tanklar, füzeler sergileniyor. Belgrad'ın ünlü Knez Mihail caddesi adını Sırbistan Prensi III. Mihailo'dan alıyor. Caddede 1870'lerin sonlarına tarihlenen birçok büyük ve etkileyici binayı görmek mümkün. Knez Mihail caddesine çapraz sokakta Tuna Balığı/Tuna Steak yedik. Knez Mihail caddesinde dolaşırken Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden okul arkadaşım Keziban Hanım ve ailesi ile yıllar sonra Belgrad sokaklarında karşılaşıyoruz.

Dünya ne kadar küçükmüş. Sofya'da Mimar Sinan'ın Yadigarı… Dönüş yolunda gezimizi noktalamak üzere Sofya'dayız. Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da ibadete açık tek cami, Banyabaşı Camii (Banya Bashi). -Sofya'da Diğer adı Kadı Seyfullah Efendi Camii. 450 yıldır ayakta. Önce yatsı sonrası uğruyoruz. Cemaat dağıldığı için kapalı. Balkan Yarımadasının merkezinde, Bulgaristan'ın batısındaki havzada yer alan Sofya, Bulgaristan'ın başkenti ve en büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 1,3 milyon. Geniş meydanları var. -Sofya'da Komünistlere selâm böyle verilir​​​​​​​ İlk yerleşenler Serdi adlı Trakyalı bir kabilesiydi ve bilinen ilk adı Serdnopolis oldu. Roma devrinde Serdica, milâttan sonra II. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ulpia Serdica, Bizans devrinde Triadica, IX. yüzyıldan sonra Bulgarca Sredec, İdrîsî’de Atralissa diye geçer. XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Saint Sophia Kilisesi’nin adından dolayı Sofia, Osmanlı döneminde Sofya'ya dönüşür. 7 Milyon nüfuslu Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da bir gece bir gündüz kaldık. Kaldığımız oteli Suriyeliler işletiyor. Helal kahvaltı veriyorlarmış. Araplar ve Yahudiler aynı mahallede… Hemen üst sokakta 1909 yılında Avusturyalı ve Macar mimar ustası Friedrich Grunanger tarafından inşa edilen Balkanların en büyük üçüncü sinagogu Sofya sinagogu bulunuyor. Hotel resepsiyonunda görevli bayan Bulgaristan doğumlu Filistinli olduğunu söylüyor. Diğer görevli Kamışlıdan Suriye Kürdü. Yahudilerin işlettikleri lokantaya yemeğe gelip gelmediklerini soruyorum. Çok sık değil cevabını veriyor. Onların KOŞER yemekleri satan başka lokantası varmış. Bulgaristan Yahudi cemaati kuruluşu ‘Şalom’ oldukça etkin. 1939'da Bulgaristan’da, yüzde 90-95’i Sefarad olan yaklaşık 49 bin Yahudi yaşamaktaydı. -Sofya meydanlarında.. Bu sayının yarısından fazlası Sofya’da yerleşikti. Diğer önemli Yahudi yerleşim merkezleri: Plovdiv, Rusçuk, Varna ve Burgaz'da bulunuyordu. Ankara'nın bağları var meydanları yok!.. Sofya; Geniş meydanları, yeşil alanları ve insan önceliği ile kimse kusura bakmasın ama Ankara'ya beş çeker. Ben Ankara ile karşılaştırıyorum çünkü en iyi bildiğim yer orası. Bir çok Balkan ve Orta Avrupa ülkesinde Türkçe adlandırmayla 'Meydan' mevcut. Hem de İstanbul Kaldırım taşları döşeli. Sözde 'Medeniyet' tartışmaları ekseninde İslâm/insan denklemini kuran mandıra filozofları ezbere konuşuyor. Bu çöplük horozlarına tavsiyem, kuma gömdükleri başlarını çıkarsınlar. Müteahhit kafasıyla, müteahhitlerin beslediği İslamcı kafasıyla bu işler yapılmıyor. St. Michael Altın Kubbeli Katedrali, Sofya kent simgesi görülüyor. Altın kubbeli neo-Bizans Aleksander Nevski Katedrali Hristiyanlar için çok önemli. 1108-1113 yılları arasında inşa edilmiş. Altın Kubbeli Kiliseyi, Nazi Hatırası çevrelemiş… Etrafı boş. Yani geniş bir alan çevriliyor. Hemen ilerisindeki parkta seyyar satıcılar var. Kimse size birşey satmak için yapışmıyor. Tezgahlarda antika objeler var. Nazi ordusu amplemli kimlik kartları, bıçak, kama, tabaka, saat, matara envai çeşit malzeme sizi almanız için kışkırtıyor. Bu Nazi objelerin bolluğu Nazi yanlısı Bulgar Alaylar Birliği'nin lideri General Hristo Lukov dönemine uzanıyor. General Hristo Lukov, 1935-1938 yıllarında Bulgaristan'da Savunma Bakanlığı yaptığı süreçte Ülkedeki aşırı sağcı gençlerden Bulgaristan Ulusal Lejyonlar Örgütü oluşturmuş, Hitler'in emrine vermişti. Lukov, Bulgaristan Komünist Partisi'nin (BKP) görevlendirdiği iki kişi tarafından 13 Şubat 1943'te evinde kurşunlanarak öldürüldü. Rodop bölgesinde Filibe… Sofya Filibe arası 145 km. Filibe Bulgaristan’ın güney kesiminde bugünkü adı Plovdiv olan eski bir Osmanlı şehri. Otopark sorunu yaşıyoruz. Ücretsiz yer bulmak imkan dışı. Çarşı merkezinde dönerci görünce Hacı görmüş gibi oluyoruz. Meydana yakın caminin altındaki dükkanları cafeye dönüştürmüşler. Sıcaktan bunalmış yüreklerimizi buz gibi limonata ile serinletiyoruz. Ardından Türkiye usulü çayla keyfimize keyif katıyoruz. Caminin girişinde bir grup oturuyor. Selâm verip gruba dahil oluyoruz. İmam Türkiye'den gelmiş. Görev süresi dolmuş bir kaç hafta sonra Türkiye'ye dönecekmiş. Bazı sorularıma cevap vermiyor. Kaderciler diye yerel bir akımdan söz ediyorlar. Ne yapıyorlarsa Allah istedi, kader böyleymiş anlayışındalarmış. İmam biraz küfürlü konuşuyor. Verdiği örnekte etik değildi. Aytuğ tepki gösteriyor. Şehirde 6000 Ermeni ve 4000 Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı cemaat hâlâ burada yaşıyor. -Hasköy'den Rusçuk'a giderken Türkçe konuşan Çingenelerle​​​​​​​ Bunların dışında yaklaşık 20.000 müslüman mevcut. Çoğunluğu Türkçe konuşan Çingeneler’den oluşuyor. Filibe'den ayrılık vakti Türkiye'ye dönüş… 15 Temmuz Pazartesi günü başlayan üç araçlık konvoyla, Bulgaristan, Romanya, Gagauz Yeri, Moldova, Ukrayna, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan ve Sırbistan'ı kapsayan 18 günlük gezimizi, Kapıkule sınır kapısından girerek Edirne'de noktaladık. Geziyi organize eden, rehberliği üstlenen Selvet Altuğ ve diğer yol arkadaşımız Halil Sarıkaya'ya teşekkürler. Çan seslerinin paslandırdığı kulaklarımızı, Edirne molamızda Ezan sesiyle bir güzel temizledik. Türkiye, Balkanlar'ın büyük abisi. Türklük gurur verici. Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin.

Ömür ÇELİKDÖNMEZ

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN