BULGARİSTAN TÜRKLERİNE YÖNELİK SUİKASTLAR

Bulgaristan'da Türklere yönelik baskı ve sindirme metotlarından bir tanesi de Türk azınlığın ileri gelenleri ve aydınlarına yönelik suikastlardır. Her dönemde bu metoda başvurulduğu görülmektedir. Bu yöntemle Türk azınlığı infiale kapılmakta, can ve mal güvenliklerinin olmadığını görerek, Türkiye'ye göç etmekten başka çare olmadığına inandırılmaktaydılar. Özellikle Türk nüfusun yoğunluğunun azaltılmak istendiği bölgelerde bu yönteme başvurulduğu görülmektedir. Ayrıca bu durum Türk azınlığın kendilerine önderlik edebilecek aydın ve tahsilli kişilerden mahrum kalmasına ve geride kalanların asimilasyon politikalarına karşı daha savunmasız hale gelmelerine sebep olmaktaydı.

BULGARİSTAN TÜRKLERİNE YÖNELİK SUİKASTLAR

Bulgaristan’da Türklere yönelik baskı ve sindirme metotlarından bir tanesi de Türk azınlığın ileri gelenleri ve aydınlarına yönelik suikastlardır. Her dönemde bu metoda başvurulduğu görülmektedir. Bu yöntemle Türk azınlığı infiale kapılmakta, can ve mal güvenliklerinin olmadığını görerek, Türkiye’ye göç etmekten başka çare olmadığına inandırılmaktaydılar. Özellikle Türk nüfusun yoğunluğunun azaltılmak istendiği bölgelerde bu yönteme başvurulduğu görülmektedir. Ayrıca bu durum Türk azınlığın kendilerine önderlik edebilecek aydın ve tahsilli kişilerden mahrum kalmasına ve geride kalanların asimilasyon politikalarına karşı daha savunmasız hale gelmelerine sebep olmaktaydı.

Türklere karşı saldırıların yoğunlaştığı 1930’lu yıllarda çok sayıdaki suikasttan üç tanesi saldırıya uğrayanların konumları ve özellikleri itibariyle dikkat çekicidir. Ne Türk ne de Bulgar literatüründe yer almayan, adeta unutulan bu cinayetler Kırcaali Koşukavak kazası “Geran Ada” nahiyesi müdürü Hacı Hüseyin oğlu Feyzi Efendi, Kırcaali kazasının Cebiroğulları nahiyesi müdürü Hasan Efendi ve dönemin Bulgar Parlamentosu’nda bulunan Türk Mebus Hacı Galip Oğlu Hüseyin Efendi’ye karşı düzenlenmiştir. Bu cinayetlerin tamamı Türklerin Bulgarlara göre büyük bir çoğunluk oluşturduğu Kırcaali Rodoplar bölgesinde gerçekleştirilmiştir.


CEBRİOĞULLARI NAHİYESİ MÜDÜRÜ HASAN EFENDİ CİNAYETİ


Araştırmamıza konu olan ilk cinayet, 25 Ocak 1930 tarihinde Kırcaali Kazası Cebiroğulları Nahiyesi Müdürü Hasan Efendi’ye karşı işlenmiştir. Hasan Efendi, 25 Ocak 1930 yılı, Cumartesi günü öğleden sonra Kırcaali Mestanlı yolu üzerinde üç meçhul Bulgar tarafından katledilmiştir. Olayın duyulması ile galeyana gelen Türk halkı, katillerin bir an önce yakalanarak şiddetle cezalandırılması hususunu Kırcaali Mutasarrıflığından ısrarlı bir şekilde talep etmişlerdir. Mutasarrıf meseleyi dikkate alarak, gereğinin yapılacağını vaat etmiştir. Ayrıca katillerin Trakya komitesine mensup kişiler olduğu ve bu işe kalkışanların henüz yakalanmadıkları da gelen bilgiler arasındaydı. Cinayet Kırcaali ve çevresinde büyük bir korkuya sebep olmuş, yöredeki Türklerin önemli bir bölümü malını mülkünü satarak Türkiye’ye göç etmek üzere harekete geçmiştir.

Hadisenin Türk halkı üzerinde yarattığı tesiri anlayan Bulgar Hükümeti harekete geçerek, bazı Bulgarları gözaltına almış, katillerin isim ve hüviyetlerinin tespit edildiği, tutuklandıkları Kırcaali Emniyet Müdürlüğü tarafından beyan edilmiştir. Ancak yapılan bu açıklamalar ve alınan tedbirler halkı teskîn etmemiştir. Çünkü daha önceki olaylarda olduğu gibi, Trakya Komitası’nın nüfuz ve tesiri ile bir takım yalancı şahitlerin bulunup, katillerin kurtarılacağı düşünülmekteydi. Halk arasında cinayetin adı geçen komitaya mensup kişiler tarafından işlendiğine dair kesin belirtiler ve kanaat da mevcuttu. Trakya Komitası’nın kararıyla ara sıra köy ve kasabalarda mevki ve nüfuz sahibi Türklere karşı gerçekleştirilen suikastlar, Türk halkına korku salmakta, ayrıca katillerin yakalanıp cezalandırılmaması da halkın hükümete olan güvenini sarsmakta ve son çare olarak da Türkiye’ye bir an önce göç etme düşüncesine sebep olmaktaydı. Gelen bilgilerden Trakya Komitası’nın Türklere karşı suikastlar icra etmek için gizli bir teşkilat oluşturduğu da anlaşılmaktaydı. Bu suretle, kasaba ve köylerde Türklerin ileri gelenleri katledilerek halk korku ve paniğe kapılacak, mal ve mülklerini terk ederek göç edeceklerdi. Böylece Türklerin mallarına bedelsiz bir şekilde sahip olunacaktı. Kırcaali ve çevresindeki Türklerin katli ve tehdit suretiyle kaçırılıp bunların emlak ve arazilerine bedelsiz bir şekilde sahip olmak, örgütün ana hedeflerindendi.

Hasan Efendi suikastı, Mestanlı bölgesinin resmî yayın organı olan “Mestanlı Bölge Gazetesi”nde de yer bulmuştur. Gazetedeki habere göre, 25 Ocak 1930 cumartesi günü öğleden sonra saat 3’te Cebiroğulları Muhtarı Hasan Hacı Mehmetoğlu Kırcaali’den köyüne doğru at ile yola çıkmış, Arda Nehri’ni geçtikten 100 metre sonra, iki bilinmeyen şahıs tarafından kendisine yedi el ateş edilmiş ve bu kurşunlardan bir tanesi Hasan Efendi’nin bedenine isabet etmiştir. Ağır yaralanan Hasan Efendi o dönemdeki askerî hastaneye getirilerek, gece yarısı ameliyata alınmış, ancak tüm çabalara rağmen kurtarılamayarak sabah saatlerinde hayatını kaybetmiştir. Gazetede ayrıca muhtarın cenazesine çok sayıda Türk’ün katıldığı ve cenazede yapılan konuşmalarda polisin cinayeti işleyenleri bir an önce açığa çıkararak olayı aydınlatmasının talep edildiği bildirilmektedir.

 Olay Mestanlı’da ikamet eden Türkler ve Bulgarlar üzerinde derin tesir yaratmıştır. Mestanlı, Eğridere, Kırcaali bölgelerinden Türklerin temsilcileri ve ileri gelenleri bölge valisini ziyaret etmişler, vali kendilerine cinayetin aydınlatılacağı yönünde söz vermiştir. Gazetenin verdiği bilgilere göre hemen ertesi gün cinayetle ilgili birkaç kişi gözaltına alınmış, polis yetkilileri de en kısa sürede cinayeti işleyenleri ve arkasındaki güçleri ortaya çıkaracaklarını beyan etmiştir. Ayrıca gazetede cinayetin bir an önce aydınlatılması gerektiği, çünkü olayın barbar ve haince bir cinayet olduğu vurgulanmıştır. Mestanlı bölgesinin resmî yayın organı olan bu gazetede yer alan bilgiler, Türk konsolosluk ve elçilik makamlarının verdiği bilgilerle de örtüşmektedir.

Bölgedeki Türk azınlığın çıkardığı gazetelerden biri olan Rodop Gazetesi’nde de olay derin bir teessürle karşılanmıştır. Aynı zamanda gazetenin sahibi olan Takanoğlu Mehmet Lütfü Bey’in yazısı, buradaki Türklerin hissiyatını ve Bulgar Devleti’ne karşı nasıl bir vatandaşlık duygusu içerisinde olduklarını göstermesi bakımından dikkate şayandır. Mehmet  Lütfü Bey, gazetedeki 2 Şubat 1930 tarihli yazısında, cinayetin nasıl gerçekleştiğini ve Hasan Efendi’nin vefatını anlattıktan sonra, Hasan ne için öldürülmüştü? Hasan’ın şahsi düşmanları var mıydı? Sorularına cevap aramıştır. Mehmet Lütfü Bey’e göre, Hasan’ın tek kabahati, aşırı derecede kanuna riayetkârlığı ve idaresi altındaki bölgede, Türk ve Bulgar bütün vatandaşlara eşit muamele yapmasıdır. Daha önceden tamamen Türklerden oluşan Cebiroğulları nahiyesine sonradan yerleştirilen Trakya Bulgarlarının Türk halkını sindirmek için yaptığı türlü türlü ceza ve işkencelere karşı, “Çorbacılar, Patagonya’da yaşamıyoruz, meşruti bir hükümetin siyasası altında bulunuyoruz, benim idarem altında hiçbir zümrenin kanun aşırı hareketine meydan veremem,” diyerek haksızlıklara meydan okuması ve kanunları çiğneyenleri adalete teslim etmek için ilgili makamlara ihbar etmesi, Hasan Bey’in Trakya Komitası’nın düşmanlığını kazanmasına sebep olmuştur. Bu nedenle de Mehmet Lütfü, Hasan Bey’in katlinin tamamen siyasî olduğunu ve her namuslu Türk’ü düşündürecek, her namuskârane hareket edenlerin akıbetlerini hatırlatacak nefret uyandıran bir zulüm olayı olduğunu da ifade etmiştir. Hasan’ın hiçbir şahsi düşmanı olmadığını ve olamayacağını, asil ve civanmert bir adam olduğunu, haksızlıklara boyun eğmeyen, adaleti seven, zulme karşı aslan gibi kükreyen, namuslu, emsalsiz bir Türk genci olduğunu belirttikten sonra, herhangi namuslu bir vatandaşın, hakiki bir vatanseverin Bulgaristan’ın menfaatlerini düşünen namuslu bir elin ona kurşun sıkamayacağını, zaten bölge mutasarrıfı muhterem Gospodin Çapkınov ve kasabada yaşayan hakikî Bulgar münevverleri ve vatanseverlerinin bu hadiseden Türkler kadar elem ve üzüntü duyduklarını da ifade etmiştir.

Bu bilgilerden Bulgar halkının önemli bir kesiminin de Trakya komitacılarının eylemlerinden memnun olmadıklarını anlamaktayız. Mehmet Lütfü Bey, yazısında Türkleri de sakin olmaya, eski zamanlardan kalan kin ve intikam duygularından uzak durmaya davet etmiştir. Aşağıdaki ifadeleri Hem Türklerin hem de Bulgarların menfaatlerini nasıl korumaya çalıştığının çok açık bir göstergesidir:

“Her vatandâş iyi bilmelidir ki, Bulgar vatanının ellerine ve ayaklarına vurulan ‘tâmirat zinciri’ arasında birde ekalliyetler hukukû vardır. Fakat biz namuslu Türkler hiçbir vakit düşmanlarımız tarafından biz ekalliyetlere verilen hakka dayanarak bir talepte bulunmuyoruz ve bulunmayacağız; çünkü devletimizin kânûnları bize lazım gelen hakk-ı hayatı bahşetmiştir. Âyârın lütfuna hiç ihtiyâcımız yoktur. Şu kadar var ki, bizim bu hakiki vatanperverliğimize karşısında vatandâşlarımızdan iyi ve dürüst mukabele görmek, beklemek elbette hakkımızdır. Elhasıl Hasan Efendi’nin hâdise-i katli alelâde bir cinayet değil, siyasî bir cinayettir. Gazetemizin 19. sayısında evvelce Hasan’a karşı yapıldığını yazdığımız gayrı muvaffak mükerrer suikastları kari’lerimize hatırlatmakla beraber tekrar edelim ki Türk efkâr-ı umûmiyesi bundan çok müteellimdir. Mamâfîğ hükümet-i hâzıranın biz Türkler hakkında takîp eylediği politika ile de taban tabana zıt olduğu kanâatindedir. Binaenaleyh gerek zâbıtamızın ve gerek adliyemizin bu elim hâdise etrafında azami faâliyet ve takîbâtta bulunacağına emin olmak isteriz. Hâdisenin en ince noktalarına varıncaya kadar yapılacak takîbât ve bil netice verilecek cezâdır ki, devlet ve kânûn mefhûmlarını herkese anlatacaktır. Biz şimdilik kemâl-i vakâr ve sükûn ile hükümetimizin icrââtına intizar edeceğiz.”

Mehmet Lütfü Bey, Bulgaristan’a I. Dünya Savaşı sonucunda Neuilly Antlaşması ile dayatılan azınlıklarla ilgili hükümleri  bile talep etmediklerini, hatta Bulgaristan’ın düşmanlarından da “düşmanlarımız” diye bahsederek onların zorlamasıyla hiçbir talepte bulunmadıklarını ve bulunmayacaklarını, Bulgar Devleti’nin kanunlarının kendilerine lazım gelen hakları verdiğini belirmiştir. Ancak Türk azınlığın da Bulgar Devleti’nin menfaatlerini kollayan bu tutumuna karşı, Bulgar vatandaşlardan iyi ve dürüst bir muamele ve karşılık beklemelerinin hakları olduğunu vurgulamıştır. Türk azınlığa yönelik bu saldırıların Bulgar hükümetinin politikalarına da ters olduğunu, suçluların yakalanıp adil bir ceza verilmesinin, bir daha böyle saldırıların yapılmasını engelleyeceğini, Türk azınlığı olarak olgun ve ağırbaşlı bir şekilde hükümetin icraatını gözlemleyeceklerini bildirmiştir. Ancak Türk azınlığın gayet medenî, ağırbaşlı, tutum ve davranışlarına rağmen sağlıklı bir soruşturma ve kovuşturma yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Hasan Efendi cinayeti, Türkiye’de de Edirne Milli gazetesinde “Bulgaristan Türklerinin Feryadı”, “Mektepleri Kapatılıyor” – “Türkler Hayatlarından da Emin Değil “– “Nazarı Dikkati Celbederiz” başlığı altında yer bulmuştur. Edirne’nin coğrafi olarak bölgeye yakınlığı ve cinayetin işlendiği bölgenin Balkan Savaşları’na kadar Edirne Vilayeti’ne bağlı kaza sınırları içinde olması, bölgeden gelen haberlerin Edirne’ye daha kolay ulaşmasına sebep olmaktaydı. Gazetedeki yazıda cinayet hakkında bilgi verildikten sonra, Hasan Efendi ve bölge hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Milli Kongre’de Cebiroğulları nahiyesi temsilcisi olan Hasan Efendi, 32 yaşlarında, yakışıklı, güçlü kuvvetli, kanuna riayetkârlığı ile tanınmış ateşli bir Türk genci idi.” İdarecisi olduğu Cebiroğulları nahiyesi dört beş sene öncesine kadar tamamen Türklerin meskûn olduğu bir yerleşim yeri iken, daha sonra bölgeye Trakyalı Bulgar muhacirler yerleştirilmiş ve epeyce Türk’te Türkiye’ye göç etmişti. Buraya yerleştirilen muhacirler, Türk halkını kaçırtmak için türlü işkenceler yapmakta iseler de çok milliyetperver ve cesur olan Hasan Efendi, ne pahasına olursa olsun, kanun kuvvetiyle fenalıkların önüne durmaktaydı. Hasan Efendi, kanunperestliği yüzünden birkaç defa suikasta uğramışsa da, kendisine bir zarar gelmemişti. Hatta, cinayetten üç ay evvel gündüz vakti, Mestanlı şosesi üzerine kendisine kurulan bir pusuya uğramış, fakat o sırada başka yolcuların yetişmesi üzerine suikastçılar bir şey yapmağa muvaffak olamamışlardı. Hasan Efendi, şimdiye kadar Trakya Komitacıları tarafından aleyhinde yapılan faaliyetleri, vaktiyle mutasarrıflığa ve emniyete de bildirmişti. Bu nedenlerden ötürü Hasan Efendinin şehadeti tam manasıyla siyasî bir olaydı. Gazetedeki yazıya göre Hasan Efendi, yakınlarda yapılacak seçimleri büyük bir farkla kazanarak tekrar nahiye müdürü olacağı bilindiği için ortadan kaldırılmıştı. Habere göre, bu kahraman şehidin cenaze alayı da emsalsiz olmuş, Kırcaali’nin hassas halkı yedisinden yetmişine kadar bu muazzez şehidi ellerinin üstünde mezarına kadar taşımışlardı.

Hasan Efendi’den geriye biri altı yaşında, diğeri üç yaşında iki çocuk ile genç bir eş kalmıştı. Bu hadise bütün Mestanlı Müslümanlarının neşesini kaçırmıştı. Ayrıca namuslu insanların hayatları gayri kanuni teşekküllerin ellerinde taşıdıkları tabancaların tetiğine her an maruz kaldıkça ve bu gayri kanuni teşekküller ulu orta rahatça adam öldürdükçe, Rodop Türkleri için Bulgaristan’da yaşamanın imkânı olmadığı da yazının sonunda vurgulanmıştır (Edirne Milli Gazete, 1930, s. 2). Hasan Efendi cinayetinde, gerek Türk konsolosluk raporlarında, gerekse basında aynı endişelerin hâkim olduğu ve olayla ilgili benzer yorumların yapıldığı görülmektedir.

(Devam edecektir)

 

Bülent YILDIRIM

Editörün notu; Arşiv fotografları, Kırcaali şehrine aittir.

 


 

Yorumlar 1

Bakmadan Geçme