Nejla ALAGÖZ

Yüreğim adeta isyanlarda…

Nejla ALAGÖZ

Yüreğini yeşilliklerle sulamış Balkanlar insanını asla topraktan vazgeçiremezsiniz, ta ki bu emekçi bedenler toprak olana kadar…
Akşam, ağabeyime geldiğimde, canım babam, bahçeye ektiğim sebze filelerine yine can suyunu veriyordu; domatesleri biraz sarı leke sarmıştı ama ne olursa olsunlar onlar bizimdiler; biberler, maydanozlar, rokalar bir arada ne de mutluydular…
Ağaç dallarında kuş sesleri, börtü böcek, yerde dolanan kedi ve hepsini seyrettikçe içimize akan huzur taaa ecdadımızdan bize miras kalan onanmaz bir duygudur zaten.
Akrabalar olarak, Ucuz Meskenler denilen yerde, 1978 yılı göçünden hemen iki sene sonra, yeni evlerimizi kavuşmuştuk. İki yıl boyunca gaz lambası ve taşıma su ile idare etmemize rağmen, bodrum katındaki sade, huzurlu yaşantımız ileriye doğru nice umutlarla doluydu.
Çıtır çıtır yanan sobanın sıcaklığı ve gaz lambasının ışığı eşliğinde bol bol hayal kurardım; sokak oyunları ise başka güzeldi, evcilik oyunlarımıza hiç doyum olmazdı.
Hele sabahları bahçeye çıkar çıkmaz babamın, taşıma su ile dolmuş kovadaki tasla yüzümüze su tutarak güne başlamamız, bahçede envaiçeşit meyve ağacının ve sebzenin bizler gibi su bekleyen o cılız gövdeleri zamanla cennet bağına döndürmüştük ortamı.
Hele yaz günleri, babam ve eniştelerim iskambil oynarken, buz gibi bira içmeleri, bizlerin de soğuk ev yapımı ayranla serinleyip koyu muhabbete dalmalarımız bir ömre bedeldi…
Köy insanıydı bizimkiler, gavur ellerinde ezilmiş, ikinci sınıf ama anne babamların zamanında eğitim fırsatını da bulmuş emekçi, dürüst, saf ve içten birer insandı işte her biri.
Köyde geniş geniş Balkanlar topraklarında iş üreten rahmetli anneannem, Türkiye‘ye göç edince, saece ev ortamına kapanmaktan oldukça mutsuzdu. Hava alma bahanesiyle sürekli Yeşilyayla’daki caddeden Ortayol’daki kardeş kuzularını görmek isterdi, bizler de sürekli ona kızardık, başına bir şey gelir diye.
Anneannem rahmetli olduğunda, Hacettepe‘deki dış hekimliğinde final sınavlarım vardı, kendisi bana bir köylünün isyankar ruhunu miras bırakarak uçup gitmişti.
Attığı ”Türkiye’de iyilik yok ma gızanım..." narası, sanki bir modern hapishane koğuşu çıkmazıydı…
***
Ezan sesi, ay yıldızlı bayrağımız ve Türk kimliğimiz, gelecek nesillere, kendi kültürel değerlerimizi aktarmak adına, Bulgaristan‘da ki hazır düzene sırt çevirip göç etmiştik ana vatana amma velâkin bu güzel yurdun ciğerleri, böbreği, dalağı, kalbi, beyni, eli, ayağı ve ruhu yanıyor hem de çok fena… Küresel canavarın yeni dizayn ettiği bir dünyada, kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken bu cennet vatan, şimdilerde çöl olma yolunda…
Ortadoğu bataklığında sürünmeye mahkum ediliyoruz. Olacak şey değil denilen her şey kılıfına uydurulup küstahça oluyor, maalesef.
Çıkar uğruna, rant uğruna kişiliğini satan güruhun karşısında çaresizce bakıyoruz.
370 yerde vatan toprakları yakılmıyor, istilâ ediliyor adeta.
Her gün hüzne uyanmaktan ve mutsuzluktan, eskiyi özlemekten muzdarip yüreğim adeta isyanlarda…
 
 
 


 

Yazarın Diğer Yazıları