Metin Edirneli

Omuzlarında yıldız ve apolet, ayaklarında çizmeyle dolaşanlar...

Metin Edirneli

 
Uzun zamandır aklımdaydı, fakat bazen tembellikten, bazen de ne işe yarayacak düşüncesiyle, derneklerle ilgili yazmak istediğim yazıyı bugün oturduğum kafede konuştuğum bir gencin derneklere yönelik sorusu ve eleştirisi üzerine geciktirmeden yazmaya karar verdim…
Baştan söyleyeyim, hedefim kişiler değil, amacım sistemi, eksikleri, sorunları, kısaca dernekler ve dolayısıyla toplum olarak hem Balkanlar'da ve özellikle de Bulgaristan’da hem de Türkiye’de neden etkisiz eleman olduğumuzu ortaya koymaya çalışmak…
Sahi neden etkisiz elemanız?
Neden oyun kurucuyken şimdi oyuncak olduk?
Neden Samsun’a çıkan o ruhtan, fikirsel olarak değil, eylem ve etki olarak uzaklaştık?
Özellikle siyasette, karar verici, ferman buyurucu noktadan, talep eden, isteyen durumuna nasıl düştük?
Neden?
Neden?
Neden?
Bu soruların hem Türkiye’nin siyasal yaşamı hem de dernekler boyutunda değişik pek çok yanıtı bulunmakta…
Ancak beni bu yazıda ilgilendiren dernekler boyutu olduğu için konuyu sadece bu boyutta ele almaya çalışacağım…
Öncelikle söylenmesi gereken geçmişte İttihat Terakki’yi kuran çete ve benzer saldırılara karşı iİkin asır boyunca azimle ve cesaretle ölümüne kolektif mücadele örneği ortaya koyan örgütlenmeyi bilen ataların çocukları olarak bizlerin kentleşme, modernleşme feodal kültürden uzaklaşma, bireysel olarak çok başarılı olma ve kaybedecek çok şeyi olma vb nedenlerle günümüzde bunu gösteremiyor olmamız…
Oysa siyaset ve sosyal yaşam, mücadele ve dayanışmayı, gerektiğinde kaybetmeyi göze almayı ister…
Başarıyı sahiplenen çoktur, başarısızlık ise öksüzdür.
Oysa bir adım ileri gitmek için özeleştiri yapmak nerede hata yaptık sorusuna doğru bir yanıt vermek gerekmektedir.
Özellikle milenyumla birlikte son 25 yıldır başarı ve başarısızlıktan hepimizden çok başta başkanlar olmak üzere dernekler sorumludur…
Çünkü toplum önderi etiketini övünerek göğsünü gere gere taşıyan ve bazı istisnalar hariç, yıllardır “başkan benim” deyip “BAŞKAN”lık koltuğunu bırakmamak için elinden geleni yapanlar da yine onlar olduğu için…
Ben başkanım demişken… 
Dernekler boyutunda yaşanan en önemi sorunların başında,
bazı istisnalar hariç, kişilerin başkanlık koltuğunu ısrarla bırakmama isteği gelmektedir.
O koltuğa bir kez oturan, bırakmamak için elinden geleni yapmakta, her entrikaya baş vurmaktadır.
Acaba neden?
Başkanlık koltuğunda oturmak ne tür fırsatlar yaratıyor ki, gelenler gitmemek için direniyor?
Gidenler de hemen yeni dernek kurup hemen federasyon ve konfederasyon pazarlığına giriyor?
Yaşananlar da göstermektedir ki, istemiyorum diyenler bile başkanlık için göbek atmaktadır.
Söylediklerinin tersine, başkanlığı iki dönemle sınırlamayı çoğu istememektedir.
Zaten kimin söylediklerinde samimi olduğu yakın zamanda görülecektir.
Ve bugüne kadar yaşananlar da göstermektedir ki, bazı istisnalar hariç, çoğu başkan ve yakın çevresi, “Makamı,” kendi çıkarları ve kendine fırsat yaratmak için kullanmıştır.
Sahi yeri gelmişken bir soru sorayım:
İş insanları, dernekleri hariç, kültür ve dayanışma derneklerinde yer alanların karşı ülkede ticari faaliyet yapması ne kadar doğru?
Yaparsa da, dernek amacına ne kadar hizmet edebilir?
Sorular, sorular…
Sormaya devam:
Neden bazı dernek başkanları zamanının çoğunu yurtdışında geçirir?
Neden bazı derneklerin bir odası, bir mekânı yoktur?
Neden hep belediyelerin kapısı yardım için çalınır?
Neden dernekler arasında, amaç ve hedef doğrultusunda ortak mücadele yerine kişisel olarak ön plana çıkma kaygısı, çekişmesi ve mücadelesi vardır?
Neden toplumsal çıkar yerine bireysel çıkar öndedir?
Küçük Asya Rumları Derneği, daha 1920’lerde milyonlarca evraktan oluşan bir arşiv kurmaya başlamışken, bizim derneklerin bazı istisnalar hariç, neden bir kütüphaneleri bile yoktur?
Bu da toplumsal bir amaç ve hedef olmadığının bir göstergesi değil midir?
Neden insanlar dernek binalarında “lokallerinde” bir araya gelemiyor?
Neden dernekler insanlarından, insanlar da derneklerinden, bu kadar uzaklaştı?
Sorular çok, ancak hepsini ben sormayayım.
Ancak şunu bilmemiz gerek, rahmetli Uğur Mumcu’nun “İnsanlar sadece konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar." sözünde de olduğu gibi, gelinen bu noktadan hepimiz sorumluyuz.
Fakat en büyük sorumluluk ta başta politika üretmesi gereken “çatı” ve “üst kuruluş” yöneticileridir.
Çünkü omuzlarında yıldız ve apolet, ayaklarında çizmeyle dolaşan onlar!!!

Yazarın Diğer Yazıları