
'Demokrasiye' tekme atan 'tekmokrasi'
Mehmet ALEV
Toplumlar, devletler çok çeşit yöntemlerle idare edilir.
Bundan asırlar önce ülkelerin çoğunda derebeylik düzeni hakimdi.
Öyle ki, derebey ne derse, ne emrederse o olur, toprağın ağası da, beyi de odur. Köylüler, köle gibi çalışır, toprak ağasının gönlünden ne koparsa, onunla yetinirler.
Ne var ki, toplumlardaki gelişmeler gün gelir, derebeylik düzenini ortadan kaldırırlar. Ardından birçok yerlerde kapitalizm, hatta sosyalizm adı altında yönetimler baş göstererek, devletler varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Derken, halklar bununla da yetinmeyip “demokrasi” adı altında birtakım yollara, yöntemlere başvurmuşlardır.
Demokrasili idarelerin en önemli özelliği, çok partilerin devreye girmesidir.
Adım başına partiler çıkar karşınıza. Büyüklü küçüklü sayıları onları aşar. Halklar, çok partili düzenlere karşı saygı ve sevgilerini doyasıya yaşarken, bir bakmışsın, düzen köklü değişikliğe uğratılmış.
Sözü uzatmadan “demokrasi” birden “tekmokrasi” oluvermiş.
“Tekmokrasi” de ne oluyor?
Kısaca açıklamasını yapalım: İlk başta tekmokrasilerde gerçek anlamda seçim, göçüm düzeni yoktur. Ya da varlık gösteremez.
Hak, hukuk, adalet daha fazla sözde vardır. Devletler, kurum ve kuruluşlar paraya dayanarak yönetilir. Başa geçen zat, kolay kolay iktidarı, yönetimi bir başkasına devretmez. Seçimler yapılsa da, daha çoğu göstermeliktir. Hilekarlar, düzenbazlar baş rolleri oynarlar. Bir bakıyorsunuz yine o zat başta!
Aynı partiden, ya da yakınlarından yetenek sahibi birileri başa geçmek isterse, poposuna yer tekmeyi. Arka kısmını ovuşturarak oradan uzaklaşır adamcağız, bir türlü kendine gelemez.
Gösterişte yönetim, “demokrasi” süsü ile gösterilir.
Ve bu düzen zirvelere taşınır, hem ülke içinde, hem ülke dışında, bu yolla kazanılan iktidar algısı dur durak bilmez. Medyanın bir kısmı, sözleri, süsleri ile “tekmokrasinin” yanındadır.
Bu halde bir soru çıkmaz mı karşımıza?
Bizler neredeyiz?