Herhangi bir partinin üyesi değilim, herhangi bir göçmen derneği üyesi de değilim. Ben vatandaşı olduğum, her iki ülkemi de çok seven ve sadece, bu iki ülkenin insanlarının iyiliğini, huzurlarını , mutluluklarını, ayrıca ferah ve savaşsız bir hayat sürmelerini isteyen sıradan bir vatandaşım. Duruşu belli olan bir Atatürkçu kadınım…
Bunları neden peşinen yazıyorum, biliyor musunuz? Günlerdir memnuniyetle takip ettiğim çalışmalar var, örneğin: CHP’nin önderliğinde kurulan ve genişleme çalışmaları içinde olan Balkan Masası; aynı amaç doğrultusunda çalıştaylar düzenleyen göçmen kuruluşları, onların düzenlediği ve katılımın çok yüksek olduğu panayırlar; bunlarla birlikte tertiplenen “1989 Zorunlu Göçü” anma konferansları.
Bahsettiğim, bu Türkiye’deki çalışmaların çoğundan uzak, zorunlu göçü anma konferanslarında, tamamen adı konmayan ve sonuç alınamayan azınlık haklarını çok iyi teşhis edebilen ve anlatabilen birisini tanıdım. Tesadüfen karşılaştığım ve bana zaman ayırıp saatlerce sohbet ettiğim, bizim azınlık toplumunun güvenilir ve dürüst siyasi liderlerinden birisi olan, DOST Partisi'nin kurucu Başkanı Sayın Lütvi Mestan'ı tanıma fırsatım oldu.
Asaletli duruşu ve yüksek kültür seviyesi ile hayatını ve siyasi kariyerini, bizim hala kavuşamadığımız toplumsal Türk azınlık haklarımız için canla başla mücadele eden bir savaşçıyı tanıdım. İmkansızlıklar içinde sürdürdüğü, bu mücadelenin hedeflerini, halkımızın büyük bir kısmı bile hala anlayamamakta.
Ben onun azınlığımıza kimlik katma gayretlerine inandım, takdir ettim, projelerinin bu kadar güncel, faydalı ve ulaşılması zor olmasına rağmen inancının ne kadar yüksek olduğunu, mutlaka verdiği savaşın herkese anlatabileceği umudunu gördüm.
Tüm bunları anlatırken gözlerinin ne kadar sıcak parladığına şahit oldum. Bıkmadan, usanmadan her sorumu cevapladı, bilmek istediklerimi anlattı, yanlış bildiklerimi düzeltti, büyük bir sabırla, kendisinin doğrularını anlayacağım şekilde anlattı.
Son dönem Bulgaristan tarihinin en iyi siyasetçilerden olan ve yaptığı işe inanan, fakat yanlış anlaşılıp dışlanan, inancından ve hedeflerinden, tüm zorluklara ve imkansızlıklara rağmen, asla vazgeçmeyecek bir Türk ve Türkçülük sevdalısını tanıdım ben.
Konulara donanımlı bir eğitimci sıfatı ile yaklaştığı çok belli, anayasal hak olan, müfredata dahil olan, fakat ders kitapları ve yardımcı malzemelerin bir türlü yeterince basılmayan, yeterince öğretmen yetiştirilmeyerek anadilde eğitimin yaygın olarak verilememenin sebeplerini dile getirdi. Eğitim alanındaki önemli projelerinden bahsederken, heyecandan durduğu yerde duramayan, halkımıza, kendi ana dilinde seslendiği için 17 defa ceza yiyen dava adamının gözündeki inancı ve ışığı gördüm…
Demem o ki, Türkiye’de yürütülen girişimler, mevcut ve yeni oluşumlar, bu tür siyasi liderlere sahip çıksınlar ve destek versinler; maddi imkansızlıktan dolayı, kendilerine inanan kişilerle beraber kurdukları teşkilatların siyasi çalışmalarını yürütemeyen, irtibat ofisleri bile açamayan, hedeflerine ulaşamayan liderlere, fitne fesat bilmeyen dava adamlarına ve onlara gönülden bağlanmış yurttaşlara sahip çıksınlar.
Yeni oluşumlar ile birlikte mevcut olanları desteklesinler, gerçek sorunlara kulak versinler ve çözümleri için yapılması gereken çalışmaları programlarına alsınlar. Aksi takdirde, kendilerini ideallerinin gerçekleşmesine adamış, bu dava adamlarımız ülke siyasetin birer Don Kişotları olarak anılacaklardır.