
Bu da ayrı bir sessiz hikâye…
Leyla ÖNER
LEYLA'NIN GÜNLÜĞÜ…
Bugün Silistre’nin bir köyüne, Sarsanlar'a ( Zafirovo ) satılık bir eve bakmaya gittik.
Yolumuz Uzuncaorman ( Bogdantsi ) köyünden geçti ve düşünmeden edemedim…
Yol boyunca uzanan büyük evler dikkatimi çekti. Renkli cepheler, büyük balkonlar, kimi üç katlı, kimi kubbeli.
“Kim yaşıyor bu evlerde?” diye sordum, kendi kendime. Sonra düşündüm…
Bunu nasıl yapıyorlar? Avrupa’daki sosyal yardımlarla mı? Bu kadar büyük evler gerçekten mümkün mü? Ama sonra fark ettim, biz de aynısını yapmadık mı?
Türkiye’ye göç eden aileler olarak hepimiz aynı yoldan geçtik. Herkes çalıştı.
Kadınlar temizlik yaptı, erkekler inşaatta. Çocuklara yaşlı kadınlar baktı.
Önce bir arsa alındı. Genelde tarladan bozma. Tapusu yoktu, ama “bir şey olur” umuduyla girildi. Bir kat yapıldı. Camı, çerçevesi olmadan içine taşınıldı; çünkü kira ödememek her şeyden önemliydi…
Sonra ikinci kat geldi. Ne kadar çocuk, o kadar kat.
Çatı yıllarca kapanmadı, sıva sonra yapıldı. Ama evde hep yaşandı. O ev, hayatın gövdesiydi.
Uzuncaorman'daki Roman evlerine bakınca artık yadırgamıyorum; çünkü onlar da aynı şeyi yapmış: Yıllarca çalışmışlar, birleşmişler, tüm enerjiyi bir eve odaklamışlar.
Evet, onlar daha gösterişli yapmış — kubbe koymuş, sütun koymuş, ama bizden farklı değiller. Romanlar da biz göçmenler gibi “ev” üzerinden kendine bir kimlik, bir kök, bir yer edinmeye çalışmış.
Onlar için de ev, sadece barınma değil. Saygınlık, yerleşme, kalıcılık, “buradayım” deme biçimi.
Bugün Uzuncaorman'daki o evlerin önünden geçerken içimden sessizce dedim ki:
“Aynı hayali kurmuşuz biz, sadece yollarımız farklıymış.”
Bugün fark ettiğim bir şey daha oldu. Yol boyunca geçtiğimiz Türk köylerinde de evler yenilenmişti. Bir zamanlar göç etmeye hazır duran insanlar, belli ki karar değiştirmiş.
1989’dan sonra büyük göçler durmuş, ama kalanlar, kalmayı bir seçim haline getirmiş.
Evlerini yenilemişler, bahçelerini düzenlemişler, çocukları burada büyütmüşler.
Demek ki artık sadece geçmişe bağlı değiller; geleceği burada kurmayı seçmişler.
Göç etmeyi değil, yerinde ağır olmayı, yurduna sahip çıkmayı tercih etmişler.
Bu da ayrı bir sessiz hikâye…
Belki de en güçlüsü…