ISTRANCALI ÇOBANIN TABLET NOTLARI

Yağcılara gelirsek. Onlar her dönemde var olmuşlardır ve var olacaklardır. Sadece yağları değişir Ayçiçeği yağı, Susam yağı, Pamuk yağı, Mısır özü yağı, Margarin ecnebi kökenli sanırım. Tere yağı, Halis muhlis inek yağı, Zeytin yağı ve Kuyruk yağı. En makbulü bu. Kuyruğa yapışan, çek babam çek. Eller cıvık cıvık, suratta gülücük.  Yağ çekmenin, makam ve mevki ile bir ilgisi yoktur. En tepedekinden en diptekine kadar her insan biraz yağcıdır.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

ISTRANCALI ÇOBANIN TABLET NOTLARI

***

   Ekmek, ekmek olmadan illa ki bir değirmenden geçmiştir. Eskiden su değirmenleri var idi. Çocukken, henüz değirmen görmeden, su içinde nasıl kupkuru un olduğunu merak ederdim. Sırf bu merak yüzünden bir gün okulu kırınca, değirmenciye çırak olmuştum.

   Bir baba oğluna vasiyet eder. Sakın köse değirmencinin değirmenine gitme. Senin buğdayının bir azını ambarda bırakır. Unun da bir kısmını sandıkta bırakır ve bir de para alır. Oğul değirmene gider, bir bakar değirmencinin sakalı benimki gibi seyrek bir şey. Durmaz, deh der atına, ikinci değirmene gider. İkinci değirmencinin hiç sakalı yoktur, döner birincisine.Ve babasının dediği başına gelir. İki çuval tahıldan bir buçuk çuval un alır. Yapılacak başka iş yoktur.

   Fırınların çoğu Kara denizli esnafın elinde. Vakfıkebir, Yeşil Rize gibi isimler altında faaliyet gösterirler. Gramajdan çalarlar mı? Sanmam, adamlar dini  bütün Müslüman. Eh günümüzde Müslümanlık da zaten ticaret demektir. Adı üstünde; "- Allah bereket versin!"" - Allah'a çok şükür!" Namazda okunan Rabbena-atina orada kalıyor. İş bilenin, kılıç kuşananın. İşini bilen fırıncı bir de ekmek kesme makinesi koymuş oraya. "- İki ekmek verir misin." "- Keseyum mi ha oni." "- Kesme." Gramajdan çalamadığını kırıntılardan çıkarıyor adam. Köse midir nedir. Bir de şu poşet sevdamızdan vazgeçebilsek. Yer gök poşet. Bu poşet konusunu birileri reise söylese de, sigarayla uğraşmayı bıraksa da bu işlere bir el atsa. Sigaradan daha zararlı...

***


   Bu yıl pek kış olmadı ve arsanın içindeki otlar, dikenler boy attı yemyeşil. Haliyle şehir içi keçi, kuzu, inek, at ve eşek yok. Sabahtan güzel bir yağmur vardı. Yağmur otlara yağıyor. Onlar da şükreder gibi hışırdıyor. Sonra yağmurun sesi çatıdan geldi. Sanki kalk kalk der gibi cama vurmaya başladı. Kalktım tabi. Bu çağrıya yürek mi dayanır.  Bu yağmurun tadını çıkarmak lazım da; Beyaz yün keçeleri ayaklarının dizine kadar saracaksın. Üzerine siyah meşin tasmaları çatacaksın ve kancalarını keçeye batıracaksın. Hafif olması için çizme bot değil, çarık giyeceksin.

Attın mı sırtına keçi kılından kebe yi, yağmur yağdıkça ağırlaşacak. Ve yürüyeceksin davarın gittiği yere doğru. Şu koyun milleti otlar, biraz ıslanınca otlamaz. Islak otların burunlarına değmesini sevmezler. Yürür giderler, sen de peşlerinden Yörük olursun. Kebe çok ağırlaşınca bir ağacın dalına asar, bir kaç sopa atarsın. Kebe, keçi kılından yapılmış kalın bir tür kilim gibi bir keçedir. Kullanmasını bileceksin. Bazen karsız geçen kışlar olur, sürüyü dağ bayır dolaştırırsın. Hazırdan yiyeceklerine biraz tasarruf edelim ve kara yel estikçe, gelir kebenin içinde seni bulur. Bu durumda kebeyi ıslatırsın, ıslak kebe rüzgarı içeri almaz.

   Koyunlar kuru ot kalmadığına kanaat getirince, mecburiyetten yürümeye ara verip, otlamaya başlar. İşte o zaman oturursun bir çalının üzerine, şöminenin önündeki koltuğa oturmuş gibi, çıkarırsın kavalını ve kavalın söyler;

''Fındık serdim harmana

Kız ne darıldın sen bana

Darıldıysan sen bana

Dalgalanma yeşilim

Yar bulunmaz mı bana"

***


   Yağcı ve yağcılık denilince, aklıma ilk memuriyetimde vergi takibine aldığım  dört yüz seyyar yağ satan Aksekili yağcı esnafı geliyor. Vergicinin elinden kurtulmak zordur. Kasım Paşa'da toptan yağ satan bir tüccarın kayıtlarını inceleyen bir vergi uzmanı, bir yıl içinde belli bir tutarın üzerinde mal alanları tespit etmiş ve vergilendirilmesi için rapor yazmış. 400 yağ alan kişiden %95'nin adresi; Kasım Paşa, Piri paşa Mahallesi Hasan efendinin kahvesi. Bu garip insanlar, rızkını aramak için İstanbul'a gelmişler. Amca, dayı, enişte, kayınço ve hepsi de bir birinden göresi aynı işi yapıyor. Yani aynı toptancıdan yağ alıyorlar.  Aldıkları yağı içerler mi, dökerler mi, kol böreği mi yaparlar? Aldıklarına göre, satıyorlardır mantığı ile yakalayın vergi kaçakçılarını...

   İstanbul, Kasım Paşa denilince, bir beş dakika düşüneceksin. Günümüzün Gazi Mahallesi gibi belalı bir yer. Canavarı var. Yan kesicisi, cepçisi, hırlısı, hırsızı hep  orada. Bir Hacı Hüsrev var. Oxford. Ve oradan yetişen hacılar Türkiye’nin başına  hırsızlığın ordinaryüsü oldular.

   Yağcılara gelirsek. Onlar her dönemde var olmuşlardır ve var olacaklardır. Sadece yağları değişir; Ayçiçeği yağı, Susam yağı, Pamuk yağı, Mısır özü yağı, Margarin ecnebi kökenli sanırım. Tere yağı, Halis muhlis inek yağı, Zeytin yağı ve Kuyruk yağı. En makbulü bu. Kuyruğa yapışan, çek babam çek. Eller cıvık cıvık, suratta gülücük.  Yağ çekmenin, makam ve mevki ile bir ilgisi yoktur. En tepedekinden en diptekine kadar her insan biraz yağcıdır.

Şaban AYDIN,

Istranca

 

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN