GÖRMEDİN Mİ CİVAN ALİŞ'İMİ TUNA BOYUNDA…

Yaklaşık bir yüzyıldan beri inişli, çıkışlı ve çok kıvrak bir Türkü çınlar durur kulaklarımızda. Hem sözlerinin şiiriyeti, hem de ezgisinin dokunuşlarıyla dinleyenleri mest eyler: Tuna boylarında kayıplara karışan Civan Aliş için gencecik eşi tarafından yakılmış bir türküdür bu.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

Bir Türkünün öyküsü

GÖRMEDİN Mİ CİVAN ALİŞ’İMİ TUNA BOYUNDA…

   Yaklaşık bir yüzyıldan beri inişli, çıkışlı ve çok kıvrak bir Türkü çınlar durur kulaklarımızda. Hem sözlerinin şiiriyeti, hem de ezgisinin dokunuşlarıyla dinleyenleri mest eyler: Tuna boylarında kayıplara karışan Civan Aliş için gencecik eşi tarafından yakılmış bir türküdür bu. İşte ilk kıtası ve bağlantısı:

Aliş’imin kaşları kare (aman)

Sen açtın sineme yare

Bulamadım derdime çare (aman)

Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda

Görmedin mi ah Arslan Aliş’imi eller koynunda.

   Bu hüzünlü türkü Deliorman’da ve Balkanlar’da yankılana dursun, biz Aliş’in izine düşelim. Civan Aliş dedikleri çok yakışıklı, boylu poslu ve de güzel sesli bir genç olup Razgrat iline bağlı Yonuzabdal (Yonkovo) köyünde doğup yaşamıştır. Aynı köyden İbiboğlu Mehmet’in üç çocuğundan en büyüğüdür. Amiş adında bir erkek kardeşi ve Vesile adında da bir kız kardeşi vardır. Genç olup da sevgilisi olmaz mı? O da gönlünü Yonuzabdal köyünden Hacı Halil’in bir çiçek gibi güzel kızına kaptırmıştır. Ancak Hacı Halil ile Aliş’in babası arasında 20 yıldan beri süren husumet, bu iki gencin evlenmesine engel olmuştur. Aliş, sevgisinin imkânsız olduğunu anlayınca, yine Yonuzabdallı bir kız olan Aliş Hocaoğlu’nun kızı Hafız Fatma ile evlenmiştir. Bu kızın ailesi Eskicuma ilinin Popköy kazasına bağlı Türbeler köyünden, 1877/1878 Rus-Türk Savaşı sonrasında Yonuzabdal köyüne yerleşmiştir. Bu evlilikten Aliş’in iki çocuğu dünyaya gelmiştir: Osman ve Vesile.

    Ne var ki, günün birinde Aliş, beklenmedik bir iftiraya hedef olur. İlk sevgilisinin babası Hacı Halil’in samanlığı ateşe verilmiştir. Faili bulunamayınca suç, eski hasmının oğlu Aliş’e yüklenilmek istenmiştir. Jandarma kendisini yakalayıp Razgrat cezaevine tıkmıştır. Genç ve enerji dolu olan genç mahpustan bir yolunu bulup kaçar. Polis, Aliş’i araya dursun, o çoktan sınırı aşıp Türkiye’ye ulaşmıştır. Trakya’da bir köye yerleşir. Yerleşir ama ailesinin ve çocuklarının kokusu burnunda tütmeye başlar. El altından Deliorman’daki kardeşi Amiş’e haber gönderir ve yenge ile çocuklarının gönderilmesini rica eder. Bu arada samanlık yangınının gerçek kundakçısı da yakalanmıştır ve Aliş’in suçsuz olduğu anlaşılmıştır. Samanlığı kundaklayan kişi yine Yonuzabdal köyünden Çaprazoğulları sülalesinden Deli Mehmet’tir. Amiş, ağabeyinin ailesini ve çocuklarını Türkiye’ye göndermeyi başarmıştır. Büyük oğlundan sonra gelin ve torunların da göç etmesi, babaları İnoğlu Mehmet’i çok üzdüğünden kısa zamanda hayattan ayrılmasına sebep olmuştur.

    Aliş, çocuklarına ve eşine kavuşmuştur ama onu ve ailesinin bu şekilde perişan olmasına neden olan müfteri Hacı Halil’e olan öfkesi bir türlü geçmez. Nihayet ondan öcünü almak için harekete geçer. Kimseye haber vermeden Bulgaristan’a döner ve doğduğu köye gelir. Eski arkadaşlarından bazılarını bulup bir baskın planı hazırlarlar. Baskında Aliş, Hacı Halil’in odasına girer, Kıroğlu İsmail pencerede, Kırkgözle Falcı Recep avluda beklerler. Aliş, Hacı Halil’i sorgularken, içeri elinde balta ile Hacı’nın hanımı girer ve baltayı sırtına indirir. Aliş, can havliyle sıçrayıp onu etkisiz hale getirir. Bu arada insanî duyguları onu durdurur ve kadını öldürmekten vazgeçer. Ama ibret-i âlem için bir kulağının yarısını keser. Hacı, korkudan bayılmıştır. Kafadarlar alelacele köyü terk edip yakındaki Aykırı Orman’a dalarlar ve Kümeler denilen yerde gizlenirler. Yaptıkları anlaşmaya göre, samimi arkadaşlarından Şerif Ağa denilen kişi buraya yakın olan tarlasına gelecek ve Alişle anasının durumunu görüşecektir. Haberi alan Şerif ağa, yeni yetme oğluyla tarlaya gelir, oradan ormana dalarak Alişle görüşür. Aliş’ten anası ve kardeşi Amişle ilgili talimatı aldıktan sonra gözyaşlarıyla köye yönelir.

    Hacı Halil’in evine yapılan baskın etrafta duyulur. Jandarma, Aliş ve arkadaşlarının peşindedir. Onlarsa doğu yönünde ilerleyerek jandarmaya izlerini kaybettirmişler, Mahmuzlu, Kilikadı, Turpçular ve Şahinler köyleri arasında yayılan büyük Köste Ormanına ulaşmışlar ve gizlenmişlerdir. Orman kıyılarını gezerken çeşme inşa etmeye çalışan bir gruba rastlamışlar. Sohbet esnasında ustalar çeşmeyi yaptıran kişiden şikâyetçi olmuşlar. Onlara iş karşılığı 12 altın ödemeyi vaat eden Sarımahmut köyünden bir hacı, sözünde durmamış. Aliş ve arkadaşları köyü basıp, Hacı’dan altınları almışlar, ancak boğuşurken Hacı öldürülmüş. Çeşmecilerin parasını verdikten sonra Köste ormanında jandarma tarafından sarılmışlar. Bu defa çemberi yararak, Tuna’ya doğru yol almışlar. Bir yerde bir su değirmenine sığınmışlar. Geçtikleri yerlerde ince bir kar tabakası olduğundan kar üzerinde izleri kalmış. Jandarma bu izlerin değirmene gittiğini saptayıp onu ateşe vermiş. Ancak değirmenin küllerinde kaçanların cesetlerine rastlanmamış. Bir başka söylentiye göre, jandarmadan erken davranıp değirmen deresince Tuna’ya ulaşmışlar ve Romanya’ya geçmişlerdir. Ancak bu söylentiyi doğrulayan bir ipucuna da ulaşılamamıştır. Türkiye’den de bir haber gelmemiştir. Ve gidiş o gidiştir. Aliş ve arkadaşlarına dair hiçbir yerden haber alınamaz.

    Birkaç yıl süren belirsizlikten sonra, Aliş’in kardeşi Amiş, annesinin isteği üzerine Aliş’in Türkiye’de bulunan eşini ve çocuklarını alıp memlekete getirir ve eski evlerine yerleştirir. Aliş’in eşi Hafız Fatma zeki bir kadındır. Kendini Aliş için yaktığı ağıt türküyle teselli etmeye çalışır ve umudunu korur. Evinde olsun, kadın toplantılarında veya ev ziyaretlerinde olsun “Aliş’imin Kaşleri Kare” türküsünü dilinden düşürmez. Bütün umutlu beklentilere rağmen, Aliş bir türlü evine dönmez ve 1908 yılından sonra da kendinden umut kesilir. Böylece Aliş olayı unutulmaya başlar, ancak türküsü Deliorman Türkleri arasında yankılanmaya devam eder. Edinilen bilgilere gör Aliş 1860, eşi hafız Fatma ise 1863 doğumludur.

    Bu öyküyü Aliş’in en yakın arkadaşı Şerif Aga’ya, daha doğrusu onun kuşaktan kuşağa geçen defterindeki bilgilere borçluyuz. Söz konusu defter, Şerif Aga öldükten sonra oğlu Şerif Ahmet’e, ondan da torunu İbrahim Hoca’ya intikal eder. İbrahim Hoca, 1989 göçüyle Türkiye’ye göç etmiş ve İstanbul’un Avcılar semtine yerleşmiştir. Orada Şerefli soyadıyla bir süre öğretmenlik yapmış ve emekli olmuştur. Dedesi Şerif Aga’nın Aliş’e dair notlarını, İbrahim Hocanın sakladığı defterden aldık.

   Aliş’im ağıtının sözlerini ve melodisini bizlere ulaştıran ise Hafız Fatma’nın öz dayısı Mehmet Ali Hocaoğlu’nun, 1903 doğumlu kızı Hanife Ninedir. Zamanına göre oldukça bilgili ve okumuş olan Hafız Fatma, dayı kızı Hanife’yi bağrına basmış, ona Kur’an okumayı, ilahi ve yakmalar (ağıtlar) söylemeyi öğretmiştir. Hanife, ayrıca annesi Molla Fatma’dan ders almış, komşu Ağmaç köyüne gelin gittikten sonra, Deliorman yöresi ve Tuna ovasında kadınlar arasında bilgisi ve sesiyle iyi bir mevkie gelmiştir. Ağmaçköy’de ekmeğini yemeyen, suyunu içmeyen, iyiliğini görmeyen yok gibidir. O da 1989 yılında Türkiye’ye göç etmiş ve oğlu Mehmet Arslan’ın yanında, 86 yaşında vefat etmiştir. Ömrünün son günlerine kadar halası olan Hafız Fatma’dan öğrendiği “Aliş’imin Kaşleri Kare” türküsünü dilinden düşürmemiştir.

   Bu türkünün ilk kıtasını giriş bölümünde verdik. Diğer kıtaları da şöyledir:

Ah evlerim var hane de hane (aman)

Benleri var tane tane

Ben kül oldum yane yane (aman)

Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda

Görmedin mi ah aslan Aliş’imi eller koynunda.

Ah evlerim var yol başında (aman)

Benleri var sol kaşında

Saramadım genç yaşımda (aman)

Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda

Görmedin mi ah aslan Aliş’imi eller koynunda.

Mehmet Arslan CUMALI

CİVAN ALİŞ’İN ROMANI DA YAZILDI

   “Görmedin mi Civan Aliş’imi Tuna Boyunda” dizesiyle belleklerimize oyulmuş olan ağıt türkünün kahramanı Aliş, şiirlerde sık sık anılırken bir de roman konusu oldu. Haziran 2013 yılında Konya’da basılıp yayınlandı. Önsöz ile birlikte 240 sayfayı bulan bu güzel eseri yazan ise Aliş’in köydeşi Yusuf Ahmet Taşkın Beydir. Kitabın üst kapağında Osmanlı kıyafeti, elde silahı, belde kuşağı ile Aliş’i görüyoruz. Arka kapakta ise yazar Yusuf Ahmet’in fotoğrafı ile Deliorman’ı ve insanlarını tanıtan bir sayfalık yazısı var.

    Civan Aliş romanı, hemşerimizin “Aşk ve Gurur”dan sonra ikinci romanı ve sekizinci kitabıdır. Kapak üzerine “roman” ibaresi konmamış olmasına rağmen, okuduktan sonra bunun çok güzel bir tarihî-sosyal ve töresel roman olduğu anlaşılmaktadır. Birçok türkünün hikâyesi olduğu gibi “Alişim” türküsünün de kuşkusuz bir hikâyesi var. Daha önce onu kısaca da olsa Ağmaçköy doğumlu Mehmet Arslan Cumalı yazmıştı. Mehmet’in annesi de Ağmaçköy’e Yunus Abdal köyünden gelin gelmiş. Civan Aliş’in eşi Hafız Fatma’dan ders almıştır. Mehmet Arslan annesinden öğrendiklerine göre Aliş’in öyküsünü yazmıştı. Oysa Yunus Abdal doğumlu Yusuf Ahmet, türkü kahramanı Civan Aliş’i roman türüyle daha geniş bir tablo ve kadro içinde anlatmıştır.

  Yazarımıza bu fikri kim vermiştir ve roman nasıl kaleme alınmıştır? Romanın önsözünde yazar şöyle diyor: “Ben, Aliş’in köyünde doğdum. 1974’te, benim ortaokuldan Türkçe öğretmenim (1948-1949) bana geldi. Ben ara sıra kısa hikâyeler yazıyordum. Aliş’i yazmamı rica etti. On gün kadar yaşlılarla görüştük. Seksenden yukarı, Alişle görüşmüş kişilerle konuştuk. Bir yıl sonra öğretmenim Ahmet Hezarfen gene geldi. Ona Aliş’i anlatan 120 sayfalık bir nuvel verdim. İstanbul’da yayınlayacaktı. Dergi basılan yerde yanmış. Benim yazım da kül olmuş…

   Öğretmenim beni Konya Karapınar’da da buldu. Yine Aliş’ten bahsettik. Ben otuz saat derse giriyordum. Aliş’i yazmaya zamanım yoktu.  2004 yılında Beykoz’da kendisini ziyaret ettim. İki gün yine Aliş’i tartıştık. Ve ben yaşanan olayları, birikimleri nihayet kâğıda döktüm. Kahramanların çoğu gerçek kişilerdir. Onların oğulları ve torunlarıyla aynı köyde uzun yıllar yaşadım. Hacı Halil, anamın dedesidir. Hacı Ahmet de babamın dedesinin kardeşidir. “

Romanın konusu, Civan Ali’in aşkları ve serüvenleriyle birlikte, 1877/1878 Rus-Türk Savaşı sonrasında, Yunus Abdal köyü ve çevresindeki köylerden hayat kesitleri ve oralara yerleşen Bulgarlarla Deliorman Türkleri arasındaki husumet ve kavgalardır. Ayrıca Türk göçlerine de değinilmiştir. Olaylar zaman zaman yöre dışına çıkmakta, Trakya ve Balkanlara sıçramakta, Bulgaristan’ın Dobruca, Aytos ve Provadı taraflarında da cereyan etmektedir. Osmanlı yönetiminin yıkılmasıyla ve Rus işgal güçlerinin teşvikiyle Deliorman’da birçok Türk köyüne Bulgar sakinler gönderilmiş, Müslümanların domuzlara karşı alerjisinden ve inancından da yararlanılmıştır. Böylece Deliorman bölgesinde zamanın sosyal ve ekonomik gelişmeleri ve koşulları da romanda yankısını bulmuştur.

Şimdiye kadar Bulgaristan Türkleri Edebiyatında az işlenmiş olan bu dönem hakkında yazarımız önsözde şöyle demiş: "Balkanlar, asırlardan beri kaynar. Hele 93. Harbi dedikleri Rus-Türk Muharebesi, Plevne’nin düşüşü ve Balkanlar’ın kaybedilmesi, Osmanlı’nın çöküşünün en acı sonuçlarından birisidir. Gayri Müslimlerin birikmiş kini, Bulgaristan Türk’ünün üzerine bir kâbus gibi çullanacak, çalışkan, çileli ve yurdu için nice evlâtlarını kaybetmiş Deliorman insanımızın korkulu yılları başlayacaktır. Yarının belirsizliği, insanlarımızı giderek yurdundan edecektir…”

İsa CEBECİ

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN