BALKANLAR'DA TÜRK MÛSİKÎSİ

Sofya Radyosu'nun bu yayınları ayrıca bize gurur verirdi. Türklerin sesini duymak, şarkılarını dinlemek, büyük bir gurur kaynağıydı. Soydaşlarımızın hayatları hakkında haber alamamak ve âkıbetlerini merak etmek çok can yakıcıydı. Buna paralel olarak Üsküp Radyosu'nun da bir saz takımı vardı. Onlar da haftanın belli günlerinde canlı Türk Mûsikîsi yapıyorlardı.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

 

BALKANLAR’DA TÜRK MÛSİKÎSİ

1950’li yıllar mûsikîye aşırı tutkun olduğum günlerdi. Ortaokulu okuyordum. Tokat’ın Turhal kasabasında oturuyorduk. Ud çalmaya başlamıştım. Fakat kendi kendimin hocası olmak zorundaydım.

Başka bir hocayı da çok geçmeden buldum: Ankara Radyosu. Radyo, eserleri çok doğru icrâ ediyordu. Dolayısı ile öğrendiklerim en sağlam kaynaktan geliyordu. O zamanlar, orta dalga üzerinden, haftanın muayyen günlerinde, Türk Mûsikîsi yayını yapan Sofya Radyosu’nu çok net dinlerdik. Sofya Radyosu hem de plâk yayını değil, keman, klârnet, cümbüş/ud, kanun sazlarından kurulu incesaz takımı ile bu yayınları sürdürürdü. Repertuarlarında bildiğimiz şarkılar dışında, hiç duymadığımız şarkılar da okunur ve çalınırdı. Bu çalışmaların hepsi bizim makamlarımızla yapılmış eserlerdi. Uşşak, Hicaz en çok kullanılan makamlardı. Günümüzde de böyledir. Şarkıların usulleri de tamamıyla Türk Mûsikîsi usulleriydi. Bilhassa 9/8’lik aksak usûlü, 7/8’lik Devr-i Turan usûlü, Balkan Türklerinin şarkılarının adetâ rozeti, olmazsa olmazıdır.

Sofya Radyosu’nun bu yayınları ayrıca bize gurur verirdi. Türklerin sesini duymak, şarkılarını dinlemek, büyük bir gurur kaynağıydı. Soydaşlarımızın hayatları hakkında haber alamamak ve âkıbetlerini merak etmek çok can yakıcıydı. Buna paralel olarak Üsküp Radyosu’nun da bir saz takımı vardı. Onlar da haftanın belli günlerinde canlı Türk Mûsikîsi yapıyorlardı.

Bir zamanlar Amerika’da, Türk Plâğı diye bilinen bir plâk satılırmış. Bu plâk da benim çocukken taa Bayburt’ta dinleyip öğrendiğim, Karadeniz’in kuzeyindeki bütün Türk ellerinde bilinen, Bulgaristan, Yunanistan ve eski Yugoslavya’da herkesin bildiği dillerden düşmeyen, “Oğlan oğlan kalk gidelim/ Cigarayı fener, yak gidelim/Ne güzel oğlan yoluna kurban.” türküsüydü.

Bu türkü Uşşak makamındadır. Bu makam, ana makam niteliğindedir. Pest tarafına bir ses eklerseniz Rast makamı olur. Makamın dörtlüsüne bir ses ilâve ederseniz, Hüseynî olur. Dünyada nerede Türk varsa orada Hüseynî makamı vardır. “Köşküm var deryaya karşı” türküsü Hüseynîdir. Türklerden başkası söyleyemez, sesleri bozar.

Yine Balkan Türklerinin binlerce türküsünün arasından birini, Balkanlar’ın 2500 kilometre uzağında, yetmiş yıl evvel babamdan öğrenmiştim. O da babasından almış. Demek ki, türkünün bize gelişi en az iki asır öncesine dayanıyor. Uşşak makamındaki bu Dobruca türküsünü, yazımı okuyanların mırıldandığını duyar gibiyim. Evet, buyurun beraber söyleyelim:

PENCEREDEN KAR GELİYOR

Pencereden kar geliyor/ Arkama baktım yar geliyor/ Vay aman aman/ Vay aman aman/ Vay aman aman,hey/ Terzi kolların kırılsın/Beyime de yelek dar geliyor/ Vay aman aman/ Vay aman aman/ Vay ama naman,hey/ Penceresi siyah perde/ Sen uğrattın beni derde/ Vay aman aman/ Vay aman aman/ Vay aman aman,hey/ Ben bu dertten ölürisem/ Nasıl da yatarım kara yerde/

Vay aman aman/ Vay aman aman/ Vay aman aman,hey/ Pencere sişli dışlı/ Ben severim yan kılıçlı/ Vay aman aman/ Vay aman aman/ Vay aman aman,hey/ Dediler yarin geliyor/ Fidan da boylu inci dişli/ Vay aman aman/ Vay aman aman/ Vay aman aman,hey.

Belki sözlerde ufak tefek farklılıklar vardır. Çocukken, halamla, annemle, babamla severek okuduğumuz, içimizde sıcak kımıltıların dolaştığı türkülerimizdendi bu da… Esasen, teknik bakımdan analizi yapıldığında, melodisindeki mana prozodisi araştırıldığında, sosyal psikoloji bakımından incelendiğinde, bu türkü bir tez konusudur. Derin bir melânkoli ve hasret duygusu yüklüdür. Bu türküyü bir insan yüzüne benzetirim. Yüzün bir yarısı güler, bir yarısı ağlar. Bizim kızlarımız da, baba evinden gelin oldukları zaman: “Hem ağlarım hem giderim” demezler mi?

“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsü söylenmeden kına gecesi düşünülür mü? Bu bizim, aşırı hassasiyetimizin, tevekkül duygusu ile sabırlaşmış karakterimizdir.

Biz Rumeli’de bir vatan kaybettik. Dünyada hiçbir nehre bunca ağıt yakılmamıştır. Hiçbir nehre Tuna üstüne yakılan türküler kadar türkü söylenmemiştir:

“Akma Tuna akma ben bir dertliyim,

Yâr peşinde (aman da) gezer koşar

Yandım kara bahtlıyım”

Bir defasında, şimdi profesör olan bir arkadaşım, misafir olduğu evin hanımına “Siz nerelisiniz?” diye sorar. Arkadaşım şöyle anlatmıştı: “Hanım, şöyle bir dikleşti, mağrurlaştı ve “Tuna boyundanım” dedi. Hikâye beni çok etkilemişti. Bir şiir yazarak Türk Edebiyatı dergisine yolladım ve yayımlandı. O sırada “Rumeli’ne Selam” başlıklı programlar düzenliyorduk. Rahmetli İrfan Doğrusöz Ağabey, bu şiiri Eviç makamında besteledi ve programa dahil ettik.

TUNA BOYU

Mehdi Ergüzel’e 

/Abe kızan,ilin nere//Nerden  kök  saldın  bu  yere,Hangi  ırmak,  hangi  dere ?- Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu,-Tuna’daki  Türkmen  soyu…/Abe kızan,  hoş gelişin, Balkanlarda, neydi işin? Gözyaşların, yaşın  yaşın;-Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu,-Tuna  akar, koyu  koyu…/ Abe kızan,  kop  Kırım’dan, Dağıstan’dan,  Deşt-i  Rum’dan, Belki, taa  Karakurum’dan…-Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu,-Tuna  yaşar,  hayı-huyu./ Abe  kızan, dur kenâre, Kaşın çatma,  kâre kâre, Yüksel  minare  minare; - Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu,-Tuna,  hudutların  suyu./ Abe  kızan,  gel  ağlama, Yaralı  gönlüm  dağlama, Gurbet  ellerde  eğleme…- Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu, Tuna  çekerken,  oy-oyu…/ Abe kızan,  kal’adan  bak, Uzak yakın,  yakın uzak, Karadeniz,  Kırım,  Azak.-Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu,-Tuna  geç  Altınordu’yu…/ Fırat,  Tuna’yı  da  geçti, Hasret  bâdesini  içti, Gurbet  ele  kanat  açtı…- Tuna  Boyu,  Tuna  Boyu,-Tuna  silkin,  aç  uykuyu!…/


Türk Mûsikîsinin repertuarını oluşturan çok önemli bir hissesi vardır. Köçekçeler ve Tavşancalar. Bu eserler, takım halinde icrâ edilir. Yedi-sekiz eser, oyun havaları, harika aranağmelerle birbirine bağlanır. Köçekçelerin hepsi anonim parçalardır. Ama bestekârları bilinmese de birer sanat eseri ve benzersizdirler. İnancımıza göre HASRET VATAN RUMELİ’de görev yapan, kadılar, vali paşalar, beylerbeyleri, kısacası üst düzey yöneticilerden beste yapacak kudrette olan kişiler, bu eserleri bestelemişlerdir. Çünkü edebî olarak da çok yüksek değerde parçalardır.

Bu köçekçe takımlarında birinin, Gerdaniye Köçekçe Takımının içindeki oyun havası, senfonik boyuta taşınmıştır. Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferid Alnar ve Jorj Enescu aynı oyun havasını kompozisyonlarında işlemişlerdir. Rumeli Türkülerimize bir de şu yönden bakmak gerekir: bu ürünler, Türkçeyi zamana karşı muhafaza eden rezervuarlardır. Bu türkülerin her biri, Yahya Kemal’in işaret ettiği gibi: “Yediyüz yıllık macerâmızın” hikâyeleri ve roman özetleridir.

Fırat KIZILTUĞ

***

FIRAT KIZILTUĞ KİMDİR?

(13 Ocak 1935 ). Yazar, şair, bestekâr. Bayburt'ta doğdu. 1956 yılında Trabzon Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra yurdun çeşitli yerlerinde ilkokul öğretmenliği  yaptı. Müzik bilgilerini İstanbul Belediye Konservatuvarı ve İleri Türk Müziği Konservatuvarında ilerletti. Viyolonsel, solfej ve usûl dersleri aldı. 1956-1966 yılları arasında İleri Türk Müziği Konservatuvarı Derneği'nde viyolonsel çaldı, ders verdi ve genel sekreterlik yaptı. 1963-1976 arasında Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyetinde yer aldı. İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosunda 1976-2000 arasında viyolonsel çaldı. 2000 yılında emekliye ayrıldı. Şiir ve yazıları 1983 yılından itibaren Türk Edebiyat dergisi çıkmaya başladı. 100'ü aşkın bestesi vardır. Şiirleri: Bir Dane Bir Dane (1990), Bayburt Şikesteleri (1996-2012), Oğuz Destanı (1994), Kitab-ı Yave (Hicivleri, 1998), Mavi Karanlık (1999). Hikâyeleri: Satrançname (2004). Denemeleri: Dildeste (Bestekârlar, şairler ve şiirler üzerine, 2001). Dilbeste (Bestekârlar, şairler ve şiirler üzerine, 2005). Hatıraları: Bandodan Klasik Müziğe (2003). 

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN