'Balkan Rüzgarları' - Bir Göçün Hikayesi
Sonbahar ne zaman gelse, burnuma önce kuruyan yaprakların kokusu, sonra tekerlekli bir sandalyenin hışırtısı gelir.
1995 ile 2001 yılları arasıydı…
Hayatıma giren, bana okumayı, şiiri, türkü dinlemeyi ve kelimelerin gücünü sevdiren o özel insanla, Bahri abimle dolu dolu geçen yıllar. Kas erimesi teşhisi konulmuştu; ama ruhu o kadar sağlam, o kadar dimdikti ki; bedeni eridikçe kalemi keskinleşiyordu. Sürekli denemeler, şiirler yazardı. Bursa Kültürpark’a aşıktı. “Hadi” derdi, “Götür beni oraya.” Onu tekerlekli sandalyesiyle o koca ağaçların altında gezdirirken, özellikle yerlerin sarı yapraklarla kaplandığı o mevsimde, dünyalar onun olurdu.
Genelde her akşam evine giderdim, annesi Zekiye abla ve ablası Şaduman abla bize güler yüzlerini ve ikramlarını eksik etmez, özellikle orada Uludağ gazoz içmeye bayılırdım. O günden bugüne; birlikte şiirler okuyup kaydettiğimiz amatör bir kaset, yazdığı o eşsiz şiirler ve kalbime ektiği edebiyat tohumları kaldı yadigar.
Geçenlerde evi toparlarken o şiir kaseti geçti elime, çok hüzünlendim. Bugün, bu cümleleri bir araya getirebiliyorsam, Bahri abimin etkisi büyüktür. Bir gün o amansız hastalık onu aramızdan aldı ama hikayesi benimle yaşamaya devam etti.
Hayat aktı, yıl 2006 oldu. Yolum, bu sefer İzmir’e, Mudo Concept mağaza yöneticisi olarak atandığım o güzel şehre düştü. Bornova Küçükpark’ta yeni bir hayat kurmaya, taşınma telaşlarıyla boğuşmaya çalışırken karşıma yine Bahri abinin bir emaneti çıktı: Dayısı, Mehmet Güngörmüş.
O dönem Mehmet abi ve ailesi bana sadece bir ev sahibi değil, gerçek bir komşu, gerçek bir yoldaş oldular. İzmir’in o sıcak akşamlarında oturur, Bahri abiden, onun edebi yönünden, şiirlerinden konuşurduk. İzmir maceram kısa sürdü, Ankara’ya döndüm, ama o dostluk ve anılar hep baki kaldı.
Ve yıllar sonra…
Geçtiğimiz günlerde Mehmet abi ile tekrar yollarımız kesişti. Güzel bir haber verdi bana; o edebi genlerin ailede nasıl dolaştığını kanıtlarcasına bir kitap çıkarmıştı: “Balkan Rüzgarları”.
Bir Balkan göçmeni olarak kitabı elime aldığımda hissettiğim heyecanı tarif edemem. Mehmet Güngörmüş, bu eserinde sadece bir ailenin değil, bir coğrafyanın kaderini anlatıyor.
Kitap, 1951 yılında Bulgaristan’ın Koşukavak bölgesinden başlayıp, Bursa’nın Karacabey ilçesine uzanan o meşakkatli “Büyük Göçü" konu alıyor. Sayfaları çevirdikçe, o yıllarda insanların neler yaşadığını, neleri geride bırakmak zorunda kaldıklarını ve neleri yaşayamadıklarını iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Mehmet abi; o zorlu yolculuğu, yolda filizlenen sevdaları, toprağından koparılan insanların yeni bir vatanda kök salma çabasını o kadar samimi bir dille anlatmış ki… Okurken, kendi aile büyüklerimin özellikle ananemin anlattığı o yarım kalmış hikayeler tamamlandı zihnimde. Balkanlar’dan esen o rüzgar, sayfaların arasından çıkıp yüzüme çarptı sanki.
Eğer siz de benim gibi göç hikayelerine meraklıysanız, bir ailenin tarihle olan imtihanını ve her şeye rağmen yaşama tutunma azmini okumak isterseniz, Balkan Rüzgarları kütüphanenizde mutlaka bulunmalı.
Biterken; bu vesileyle, bana yazı yazmayı sevdiren Bahri abimi rahmetle anıyor, bu kıymetli eseri bizlere kazandıran dayısı Mehmet Güngörmüş’e de teşekkürlerimi sunuyorum.
Rüzgarınız bol, kitabınız çok okunsun…
Sevgiyle!
Serdar Sezer