Bir fotoğrafın öyküsü
Yıl 1996.
Antalya - Pamukkale - Antalya, tam günlük turdan sonra hayli yorulmuş, yatmak üzereydim.
Telefon çaldı. Ekfun Travel'in operasyon müdürü Ömer Bey arıyordu:
"Nihat Bey, bu saatte rahatsız ediyorum, kusura bakma; ama çok ciddi bir sorunumuz var, Dışişleri ve Turizm Bakanlıkları'ndan uyardılar, çok önemli bir Rus konuğumuz var.
Maalesef adam yaşlı, huysuz ve biraz da üşütük galiba. Tekirova'dan Antalya'ya kadar beş yıldızlı otellerin hiçbirini beğenmemiş. Bizim çocukların canına geçmiş, Antalya Falez Otel'e bırakıp gitmişler. Orayı da beğenmemiş. Otelden beni çağırdılar.
" - Ben, müdür filan tanımam, beni sultanla görüştürün, diyor. Sana gönderiyorum, yarım saat sonra orada olurlar, sultan sensin, unutma," dedi.
Uykum kaçmış, gülmekten kendimi alamıyordum. Elimi çabuk tutmalıydım.
Tesadüf, Belek-Turtel Bellis Otel'de Türk Gecesi vardı. Gösteri sona ermiş, oyuncular da gitmek üzereydi.
Sultan kıyafetlerini alıp, giyindim. Resepsiyona vardığımda, konuğumuz gelmiş, görevlilerle tartışıyordu. Beni görünce bana doğru yürüdü.
Uzun boylu, beyaz saçlı, sert bakışlı biriydi. "Sultan siz misiniz?" diye sordu. "Benim," dedim. " Kıyafetleriniz hariç, sultan olduğunuzu nasıl kanıtlayacaksınız?"
Hürriyet Gazetesi'nin yayınladığı bir küpürü cebimden çıkartıp ona gösterdim ve: " Fotoğraftaki, bu adam kim?" diye sordum. "Aaa o bizim Boris Yeltsin!" "Ya şu?" "O sizin Demirel!" "Ortadaki adamı tanıdın mı?"
İyice baktı. Karar veremiyordu. Başımdakini çıkarttım. Tekrar bana baktı. "O sensin!" dedi.
"Şimdi benim Sultan olduğuma inandın mı?" "İnandım!" "Hadi o zaman gidelim, yerleşip dinlenelim!"
İtiraz etmedi. Ne var ki, otelin beş yıldızlı odalarının hepsi doluydu. Sadece denize çok yakın üç yıldızlı bir bungalov boştu. Her tarafı gözden geçirdik.
"Yatak odasından gökyüzünün denizle nasıl kucaklaştığını, yıldızların dalgalarla nasıl öpüştüğünü seyreder, ay dedenin oluşturduğu yakamoz üzerinden hayallerini istediğin kadar yürütür, yan havuzdaki kurbağaların aşk şarkılarını dinler, rahat uyur, sabahları kuş sesleriyle uyanırsın!" dedim.
Dikkatle yüzümü inceledi. "İşte ben, böyle bir yer arıyordum!" dedi.
Rahatlamıştı. Yüzündeki gerginlik gitmiş, masumane, sempatik bir hâl almıştı.
Başından geçenleri anlattı
I.Feodoroviç, İkinci Dünya Savaşı kahramanlarındandı. Sovyetlerin en büyük tank fabrikasının müdürüymüş.
Bir gece Yosif Visaryonoviç Stalin, telefonla aramış ve:
" İki hafta içerisinde tank üretimini ikiye katlar veya kelleni verirsin," demiş.
Adamcağız çok korkmuş, olağanüstü gayretler sarf ederek başarmış ama.
Şimdi devlet onu onurlandırmış. 15 günlüğüne Türkiye'ye tatile göndermiş.
Kahramanımız hayatından pek memnundu.
Sürekli Sultan'ı soruyormuş.
"İstanbul'a gitti. İşleri çok. Buraya senin için gelmişti," demişler.
Birkaç gün sonra Kekova turuma katıldı. Beni görünce baktı, baktı ve:
"Sen, Sultan'a ne kadar benziyorsun," dedi.